13 Mart 2015 Cuma

Yalan yanlış başarısız bir hikaye başlangıcı


                                                        Rüyalarımdaki siyah paltolu çocuğuma;


Uludere'ye Roboski dememden bir yıl sonra, Yüksel caddesi'nde anma vardı, yeteri kadar kalabalık olunca meclise yürünecekti, oradan tekrar Yüksel caddesine gelinip nöbet tutulacaktı. Emrah hocamın hatrına gidecektim. 24 Aralık'ta; Yakup'la son çay içimizden dört gün geçmişti. Gebersindi kürtler. Umrumda değildi. Dört gün evden çıkmayınca; ev arkadaşım Eren, "lan hadi oğlum gidelim," deyince önce tereddüt etmiştim. Sadece film izlemek, okulun bitmesini beklemek istiyordum. Okul bitince kış sohbetleri yapacaktık, Zübeyir ile. Onun Koton'da "müdür yardımcı" olma hayallerini dinleyecektim. Emrah hoca; 24 Aralık'tan önce katıldığım bir eğitimde, bugünü söylemişti, "sen de gel" demişti.
Hava soğuktu. Enkazdan yeni toparlanmaya çalışan bir depremzedeydim sanki. Bu insanlar kim, burası neresi?. Nazlı da gelmişti, anma daha başlamadan, Fidan'da bir çay içelim demiştik. Sıcak. Ahmet Aslan çalıyordu. Eren şikayet etmişti, burada hep aynı şarkı çalıyormuş, hep bildik klişe kürtçe şarkılar ya da özgün müzikli tınılar. Cevdet Bağca'ya güldük sonra. Diptik, dibimizle alay ederek daha düşmek istiyorduk gibi. Münevver gelmemişti. Nazlı bile niye orada olduğunu anlamamış gibiydi. Titriyorduk, cafede bile. "Sen nasıl oldun" dedi Nazlı. Cevap vermedim. Kelimelere dokunsam bozulacaktı, havaya çarpacaktı sesler, kaybolacaktı, korkunç!! Nazlı sınıfta ahkam kesen Kürtlerin gelmediğinden yakındı biraz. Yakup gözlerimin önünde o an. Göbeğini büyütüp, Migros poşetlerini arabanın bagajına koyacak, arabasının anahtarındaki düğmesine basıp dit dit edecek bir hayat istiyordu. Kapıyı sertçe çekip, hafif eğilerek mabedine girecek bir hayat. "Kalkalım mı? Başlayacak" Yüksel az az kalabalıklaşmıştı. Emrah Hoca, bildiri dağıtıyordu, beyaz balonlar vardı. Hava titretiyordu adamı. Stant kurulmuştu, bedava çay alabileceğimiz. Kötü çay. Plastik bardaklı. Önde Pankartı tutacak bir adam aranıyordu. Ben geçtim. Basın açıklaması yapıldı. İğrenç megafon sesiyle. Ferhat Encü de konuşmuştu. Nöbet tutulmaya karar verilmişti, yürüyüş yoktu. Pankartın kenara bıraktık. Yerde beyaz mumlar, -otuz beş tane- temsili bir battaniye, fotoğraflar vardı. Oraya çömeldik. Nazlı gitti. Ev arkadaşım Eren ve Ben kalmaya karar verdik. Yanımızdakiler çay içiyordu.
 "Bakar mısınız? Çayı nasıl aldınız?". Siyah mont, kirli sakallı, gözleri ufuk çizgisi çocuğa sordum. "Şuradan, ben getireyim." dedi. Getirdi. "Ben Eren, Tıp Öğrencileri Derneği'nden. Siz?" Ev arkadaşım Eren, "Merhaba" dedi sadece. "Tarık, Gündem Çocuk Derneği'nden, aslında tam olarak oradan değil ama, Emrah Hoca'nın hatrına biraz da.." utanmıştım. Birilerinin hatırına insan hakları savunuculuğu.. Eren, gözleriyle susturmuştu zaten beni. Elimde plastik bardak. Konuyu değiştirmeye çabalamalıydım. "Tıp okuyorsunuz herhalde" bu sefer sadece çocuğa değil, yanındaki kıza da sordum ki, herhangi bir yanlış anlaşılma üzerdi beni. Efeminenin erkek tacizi. Kız, kendisine soru sorulmuş olacak ki "Evet, Gazi'de okuyorum, ben Zülal bu arada." dedi. 
Çocuk başını eğerek, "Ben Ufuk'ta okuyorum." dedi. Eren'e dönüp, "Bu zengin piçi, plastik bardakta çay içmeyi fantezi sanıyor herhalde" dedim. "Sus lan" dedi. Harbiden ne alakası vardı, çocuğa baktım göz ucuyla, siyah montu kilolarını saklamaya yetmiyordu. Üşüyordu. Ayağa kalkıp sallanıyordu. Ben battaniye bulup bir yerlerden, ona sarındım. Küfür ettim içimden. Çokçana sigara içtim. Muratti hem de. Ağırdı. Ciğerim parçalanıyordu, her içtiğimde. Param yoktu winston almaya. Dört gün evden çıkmayınca, kahveci Hüseyin'in kocaman sikini ağzıma alamamaktan sigara paketinden olmuştum.  Eren sağolsundu. Çocuğa baktım. O bayağı ucuz olan United sigarasını içiyordu. "Piç, cimri herhalde, baksana United içiyor," dedim Eren'e. Eren konuşmadan, başını salladı sadece. 
"Ağır değil mi o sigara biraz?" 
"Ha evet, ama alıştım işte, yakmak ister misin?"
İstemedim. Başımı çevirdim. Sesi yumuşaktı. Ihlamur kokuyordu. Bir kere daha çay getirdi bana plastik bardakla. Yanımıza çömeldi. Sustuk. Zülal konuşmaya başladı. Dinlemedim önce. Çocukla konuşuyordu, Eren'e baktım. Gitsek mi? Gece ilerlemişti. Emrah stanttaydı hala. İmza topluyorlardı.  
"Yani transeksüellikle, gay arasında bir şeydi hatırlamıyorum." Zülal. Başımı o tarafa çevirdim. Çocuğa ve Zülal'e sinirle baktım. Dört gün önce Yakup'a eşcinselliğin sadece cinsel deneyim olmadığını, pekala aşık olabileceğimi anlatmıştım, her keze, bir kez daha ekleyerek.  Şimdi bu tıp okuyan idiotlara transeksüellikle homoseksüellik arasındaki ayrımı anlatamayacak kadar yorulmuştum. Bıkkınlık. Keskin. Kekik tadı ağzımda. 
"Bir United versene!" dedim. 
Çantamdan - bez, yakup'un sevdiği, kırmızı - defterimi çıkartıp, ağzımda sigara, onlara transeksüelliğin cinsiyet kimliği olduğunu, cinsel yönelimlerin onunla ilişkili olmadığını anlatmaya çalıştım. Grafikle. Bok bok. Kusarak. İstemeyerek. Zorunda olmanın verdiği gereksinimle. Pis lik le. 
Can kulağı ile dinlediler beni. Eren; - ev arkadaşım olmayan - teşekkür etti. 
Mumlar erimişti. Ben ve ev arkadaşım Eren kalktık sonra. 

Bazı tanışmalar ne boktan!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder