20 Aralık 2018 Perşembe

Ev


Eren çıktı evden. Hava yağmurlu idi. Beyaz dolap umrumda olmamasına rağmen bıraktı. Birlikte aldığımız koltuğu da. Aldığımızda ne gülmüştük, salak evidea'nın sitesinde büyük göründüğü ve Sinan'ın bizi kandırdığı için koltuk sadece paketlerle gelmişti. Sinan'a küfür etmişti Eren. Koltuk, açık mavi ile griye bezeyen bir şeydi. Üstünde ablamın bana verdiği çarşafı koyardım, kirlenmesin diye. Koltuğu yeni ev arkadaşlarımızın paylaştığımız odalara değil de, -parça pinçik etmiş gibi hissetmiştim, sırf bu yüzden affedemediğim erkekler listesine adını yazdırmıştı Eren, - kendi odama koydum. Kendi.  Küçük, soğuk odayı aldım. Eren o oda soğuk derdi. Çok yakınmazdı. Oda soğuktu ama küçüktü ve ben küçük şeyleri severdim. Yeni ev arkadaşım büyük odayı almanın verdiği vicdandan kaynaklı pencereme silikon koydu. Hava sızmıyor. Yine de bazen soğuk. Ara sıra AtErdoğan'ı hatırlıyorum. Nedense. Bazen oluyor bu. Yeni ev arkadaşım manyakça temizlediği için evi. Her şey yeni gelin evi gibi. Birazdan Acun izlenecek. Agnes Varda'nın filmi geldi. Kadın başına kaçan. Gerçekçi. Gitsem mi ben de? Kaçsam? 

Eren çıkarken, montlarını da bıraktı. Abime verdim. "OO eren ne cool çocukmuş" dedi. Montları, Afrika'Ya safari yapan turistlerce baktı önce. Sonra giydi denedi. Eren'i düşünmedim. Çıkarcıyım. Abim, "senin bir gay gay yaşayan ile yapılamazdı zaten, bir de baban da öldü." Piçlik ve ibneliği aynı kefeye koymasına anlam veremedim. Sonra "bizden kaçtı" dedi.  Haklı. Son zamanlarda Eren ile hiç konuşmazdık. Kariyer planlarından ve sevgilisinden boğulmuş durumdaydı. Baugman, "kapıdaki düşman"ı okuyup, onun videolarını izlerdi. Rahatsız mısın derdim. Arada sorardım. Düşünmezdim. Eren'i bir eşya gibi düşünürdüm. İsa heykeli. Minder. Kuran risalesi. Duvarda. Gittiğine kızmadım. Abime kızdım. İsmail'e kızdım. Beni siken, siktiği için de kadın sanan ve erkeklerin bütün kadınlara davrandığına paralel davranan İsmail'e kızdım. İsmail, sadece Eren'i değil, ülkedeki birçok şeyi düşünmezdi. Düşünseydi? 

Eren çıktı evden, beyaz dolabı yeni gelen çocuğa bıraktı. Ama çocuk küçük odayı bana verdiği için, beyaz dolap da kımıldayamaz durumda olduğunda dolap bende kaldı. "Roma" filmini afişini koymak istedim. Sonrasında Eren geri ister diye mahvetmeyeyim diye düşündüm. Eren'i düşünmedim. İsmail eğer birçok şeyi düşünseydi belki de Eren çıkmazdı. 


Eren çıktı evden. Bir boktan anlamayan sevgilisine inat, eve sadece İsmail'i getirdim. Boşalamadı bazen o da. Ama yeni ev arkadaşlarım kendi gayliklerini yeni tanıdığından olacak ev kerhane gibi. Mutlu hissediyorum. Sessiz, kapı gıcırtılarından birilerinin gelip gittiğini anlıyoruz. Küçük şirketli fuhuş pansiyonu. Eren gidince alt komşu RABİA gelmez oldu. Yeni ev arkadaşlarımın görünüşlerinden korkttu. Abim'e sorsaydım, "tabi gay gay yaşarsan korkar, bizden korkarlar. babam öldü" derdi. Abim artık her cümlesine "babamız öldü"yü koyup bitirmeye başladığını farketmem uzun oldu. Kardeşime sormadım. Herkesin travması kendine. 


Eren çıkarken, kokusunu bıraktı. Zara'dan iki tane parfüm almıştı. Birini. Sıkmamazlık etmedim. Eren'i düşünmedim. Bütün kitaplarımı verdim. Kamil erdem'i de. Belki alabilirdim. Almadım. Okumuyorum ki. İsmail de okusaydı eğer, belki de Eren çıkmazdı. Belki de İsmail ile sanat galerilerini dolaşırdık. Tanıdığım bir psikiyatristin seminerine gittim. "Eşcinsel çiftlerden biri mutlaka toplumsal baskının olduğu yerlerde - içselleştirilmiş homofobi yaşar ve bu da ilişkiye yansır, o yüzden eşcinsel ilişkiyi sürdürebilmek zordur, terapi desteği gerekebilir" demişti. İsmail'in "ben gay değilim ki" cümlesi geldi. Havaya. 


Eren çıktı evden. Medenice. Baugman'a göre medenice. Arka mahalleye gitmiş. Eşyaları da ikinci el dizmiş. Abim " resmen kaçtı bak gördün mü? Senden kaçtı, bu hayatından, bu düzensiz, leş, aşağılık ne idüğü belli olmayan şeyden. Babamızın yüz karasısın." Eren'i düşünmedim. Ütü VE ütü masasını almamıştı. Önemli eşyalardı Eren için. İkimiz de nefret ederdik gerçi ütüden. Ben en çok da Eren'in ütülerinden. Beğenmezdi. Nezaketinden bir şey demezdi. Susardı. Yusuf da nişanına gidince otuzumuzda herkesin bir şekilde gideceği dank etmişti. İsmail otuzunda İstanbul'da pavyonlarda karı sikermiş. Babamız ölmüştü. 

Eren çıkarken, bağırmak istedim. Bardak fırlatmak, bir yerlerine zarar vermek, gittiği berberinin beni yıllar önce sikmesini o berbere söylemek, Kızılay'a mail atmak, Ceylan'a küfür etmek, Tanrıya inanmamak, Baugman'ın allah belasını versin, Zizek çok yaşa! istedim. Hiçbirini yapmadım. İsmail ile başarısız, benim penisimi görmek istemediği için penissiz seviştim sadece. Eren'e "merhaba Erenler" mesajları attım.  Ortak tanışlarımıza "aa yok anacım bir sorun, biliyorsunuz evlenecek ondan çıktı uzundur aklındaydı zaten" dedim. İsmail'i sevdim sonra. Çok sevdim. Abim "İsmail ile sikişiyorsun değil mi? Babam duymadan iyi ki öldü." dedi. Sadece sevişmiyoruz abi demedim. Çay içtik. Kamil Erdem'in ikinci öykü kitabını aldım. 


Eren çıkarken, evi Eren'i hatırlatmayacak ayrıntılarla donattım. Atmadım. Eşyaların dilini değiştirdim. Ev artık, bir araba galerisinin üstündeki iki oda bir salonlu, galericilerin metreslerinin kaldığı bir yere dönüştü. 


Eren çıktı evden. Abim giderken "Eren de gitti ha. Tabii gidecek, senin gibi gay gay mi yaşayacaktı, normal çocuk. Gel sen de artık git şu Amasya'ya uzatma, babamız da isterdi." dedi. 

Eren gidince Abim gidince İsmail'e sığındım. İsmail'e feministim ben deyince, feminizmin kelime anlamını orospulukla karıştırdı, kızdı o bir süreliğine gitti. 


Uzundur yazmadığımı farkettim. Erkekler gidince. 


13 Eylül 2018 Perşembe

Mardinliler ve Orospu Aynur


                                                                Dünyanın bütün orospularına; 

Göt kadardık. Ömerler - mardinli pislikler mardinliler pisliktir mardinliler kentselleşmedir ağır cezadır - Aynur (teyze) penceresinin önünde, 
- Fırıncııı fırıncı geliyooorrr, Aynur kız Fırıncııı 
derlerdi. Aynur'un oğlu şişko Mustafa anlardı. Ben anlamazdım. Mustafa, annesinin fırıncı ile fingirdeşmesinin hıncını bizden çıkarırdı. Otuzbir çektirirdi bana. Bazen beraber çekerdik. Ben utanmazdım. Utanmak, bilardo masasında ilk vurulan toptu. Mardinli doğmuş isen eğer, utanmayı bilmemen gerekir. Yine de Ömerler gibi, Aynur (teyze)'un penceresinde üstelik çocukları var iken "fırıncııı " diye bağıramazdım. 

Bir sabah, temiz bir sabah iken, sıcaklar daha öğleye inmezken, dünya sıcak taze ekmek kokar iken, Fırıncıyı, o evde ekmek bırakırken gördüm. Kapı önünde. Aynur ile gülüyorlardı. Fırıncı, bıyıklı, beyaz tenli, göbekli, tamir eskisi bir bisikleti vardı. Mutlu gibi davranıyorlardı ya da dünyaya gelmiş rollerini gerçekleştiriyorlardı. Aynur, o zamanlar üç çocuklu, kılıbık kocasının yettiremediği parası, bütün gün ördüğü enfes yünden kazakları satmaya çalışan, satamayınca, havva'nın yediği elmadan tat alan bir rol. Fırıncı ise, kahvelerde "sikiyom oğlum ben karıyı, doymuyor, bir vuruyom, allah demiyor" diye uyduruktan, ortadoğu anksiyetesinden kaynaklı erken boşalma sorunu yaşayan ama bunu gizleyen, binlerce erkeğin rolü. Ekmekleri taze kokardı ama. Bir kez gördüm sadece. Fırıncıyı. o sabah, kumrular "guk"lamadan önce, gülüşmeler ile mutlu bir sabahtı belki de. İlk defa dünyaya ayak basan bir dinazor sakinliği idi. Yıllar sonra Ömer'in abisi öldüğünde yerde yıkılıp can hıraş ağladığında aklıma nedense bu sabah gelecekti ve ağlayan anneme "ben eve gidiyorum" demiştim. Üzülmemiştim.  Birazdan yukarıda eltisi yemek sofrasını silkeyince, bağırış çağırış  kavga dövüş gürültü patırtı kopacak ve biz yine karşıdan onları umursamadan taso oynayacaktık. Göt kadardık. 

Babam daha ölmemişti ve ben Mustafa'nın otuzbirlerinden artakalan zamanımda Ömer Seyfettin okurdum. Kitaplarda anlatılan savaşta Mardinliler yoktu. "Mardinliler dut ağacına çıkıyor" hatice teyzesi yoktu. Mardinliler mutlu gibi yapmakta üstlerine yoktu ve ben bunu çok güzel oynuyordum. 

Aynur mardinli değildi. Fırıncı belki de o yüzden... neyse taşınıp gittiklerinde, artık dört çocuk olan - dördüncü muamma dördüncü taze ekmek dördüncü bir atık ailede, Mustafa'da o zamanlar her mahalleye serpiştirilen internet kafelerde cantır strayk oynayarak az az bilgisayar öğrenip iyi bir kafede iş bulmuş iken, çekip gittiler. Eltisi şimdi doktor olan üç kızını, bağırış çağırış  kavga dövüş gürültü patırtı olmadan tıp okuyabilmeleri için bu gidişi fırsat bildi. Yıllar sonra, babamın cenazesinde, ablam eltiyi "siz bizimle alay ederdiniz." dediğinde, konu bir şekilde, ne idüğü belli olmayan elti Aynur'a gelince, diğer ablam "ee doğru değil mi? orospunun tekiydi." deyince babam bir kez daha ölmüş gibi susulmuştu. Artık anlayacak kadar büyümüştüm ve göt kadar değildik. Mustafa değil şimdi başkalarına otuzbir çekiyordum. Ömer'in abisine üzülmediğim gibi - ki Ömerler her yıl birini kaybettiler, Mardinlilerde erkekler ölmez sanılırdı, ölürlerse sanki bir lanet mi var acaba üstümüzde denilirdi. - babama da çok üzülmediğim cenaze gününde, Aynur'un olmadığı o evde şimdi Kel ihsan'ın orta halli ailesine bakmıştım. O sohbetten bana kalan bir bakıştı. 

Büyük ablamın, diğer ablamın açıksözlülüğüne "sus kız, bizim de kızlarımız var," deyince, Kel ihsan'a otuzbir çekerken hayal ettim kendimi. Sanırım erkek kardeşinin sikilmesi amdan sayılmadığı için, ablam "bizim de kızlarımız var" demişti. Göt kadar değildik yine de anlamamıştım. 

Mardinliler de ölüm bir seçenek değildi. Lanetti. Her aile hemen hemen her yıl ya tembellikten ya da alkolden birilerini kaybeder, yüzyıllardır düğünler olamazdı, şamanlar gibi sadece o lanetin yasını tutardık. Bir lanetin yasını en güzel Mardinliler tutardı. 

Zaten ölümlerden bıkmış olan Mardinli olmayanlar mahalleden birer birer gittiler ya da kentsel dönüşüm adı altında yerden bitme müteahhitlere verdiler evlerini. Göt kadar değildik ve göt kadar evlere sığdırdılar survivor izleyecek bedenlerini. 

Azala azala bitince, Aynur'un hikayesi gibi bölük pörçük kaldı mahalle. Aynur mardinli değildi ve bundan dolayı orospu olacak kadar gözü karaydı belki de. Mardinliler çünkü, alkolden daha kıymet verdikleri şey var ise o da, birbirlerini düzecek enerjileriydi. 



24 Ocak 2018 Çarşamba

American Honey (2016): Aynı gemide miyiz?



American Honey’i özetleyen, en iyi cümle belki de; “Amerika gibi hissediyorum”dur. Seyirciyi de ana karakterin Star’ın, (Sasha Lane)  bir çalıntı arabada dans ederek, “Amerika gibi hissetmeye” çağıran bir film American Honey.
Film; bir grup gencin, yollara düşerek dergi satarak geçimlerini sağlamaya çalışması ve bu “sağlama”nın kendisini yollarda ve filmin 163 dakikalık süresinde, bizi de “kolaylıkla” şahit olamayacağımız tecrübe ile göstermeye çalışıyor. Açılış sekansında çöp toplayarak geçimini “sağlayan” Star’ın belki de”promosyon ürün var mı?” diye göz gezdirdiği AVM’de, bu bir grup genç –  en çok da Jake (Shia LeBeouf) – ile karşılaşmasını, “onlardan” olmak istediğini anladığımız, babasının – ki burada Andrea Arnold, aslında babanın üvey mi öz mü olduğu muğlaklığını vererek, bize “gördüğünüz Amerika’nın” belirsizliği işareti mi veriyor acaba diye düşündürtür- tacizlerine dayanamayarak, iki kardeşini , sadece Vietnam Savaşına ağıt yakan bir Country şarkısında oynadığını gördüğümüz annesine bırakarak, gençlerimize katılıyor.
Bizim de Star’ın da endişeli, Malickvari yolculuğumuz başlıyor aslında. Filmin “we found love” ile başlayan soundtrackine paralel bir öykü izliyor. Hiç hayali olmamış, olamamış bir grup gencin, R&B, Rap, Pop, Country… vb. gibi müzik türlerine kadar uzanan film müziği yine de “amerika gibi hissettirmeye” çalışıyor. Arnold, Star, Jake ve bir şekilde nasıl lider olduğunu anlamadığımız, sınıfsal statü olarak onlardan üstünlüğünü nereden geldiği “muğlaklaştığı” daha sonra da önemsizleştiği Krystal dışında “diğer” karakterlerin içi doldurulmuyor. Ben bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum, bazı sinema eleştirmenlerini eksiklik olarak gördüğü bu durumun. Hiç hayal kuramayanların, içinde kötülüğün iyiliğini taşıyan Darth Vaderların, eşcinsel arzusunu, o “özgür” sanılan grupta paylaşamayıp, minibüs kabinlerin arkasında “işini gören”lerin, babasından şiddet görenlerin görünmezliğine de tokat vurduruyor Arnold, “diğer”lerini görünmez kılarak.
Bir rekabet malum olunca Star’a, yollarda, bitmek bilmeyen sıcaklarda, kamyonlarda, Krystal – belki de o zaman Amerika gibi hissediyoruz. – Star’a sınıfsal üstünlüğünü vurguluyor. Yönetici , işçi, serbest piyasa, petrol, para,  hiç okunmayan, kendilerinin bile okumadığı, “ne yapılırsa yapılsın” ardılında gelişen dergiyi satmak için uydurulan hayat hikayeleri, istenmeyen mastürbasyon,  kovboy eğlencelerine zorunlu katılımlar,  dergiyi hiç alamayacak parası olmayan varoşlarda kayboluş, çıkışsızlık, sıcak,  “we found love” dansı, Krystal’in o vurgulamasında vücut buluyor.


Hep bir şey olurcasına, tetikte tutmayı ustalıkla başarıyor Andrea Arnold. Western – Kovboy kostümü giyinmiş adamları, Star’a “tecavüz mü edecek” endişesi, yollarda bir kaza, gidilen kamyonlarda tır şoförlerinden bir taciz, arsız şiddet kaygılarını enjekte ediyor bizlere. Olacak olan  olunmuş Amerikan Rüyasında, kokain bağımlısı annenin yaşadığı banliyösünde, açılan boş buzdolabında, ihmal edilmiş çocuklarında, natüralist bir anlatımla gösteriyor olmuşu.
Filmin görüntülerinden realizm akmaktadır. Bize bir grup gence acımamızı engelleyen, sevişme sahnelerini doğallıkla gösteren, tünel geçişlerinde, bozkırlarda, araba içlerinde, ışık kullanımının İngiliz sinemasından geldiğini – önceki filmleri; Wuthering Heights, Fish Tank – oraya özgün sadelik ve realizmi ile kucaklıyor.
Bahsedilmesi gereken filmin doğa ile kurduğu ilişki. Star’ın hayvanlarla, her köşebaşında görülen hayvanların gençlerin hayalsizliğine/dostlukla selam etmesi, finalde, “sudan çıkan” Star’ın doğaya dönüş olarak okunmasına eşlik ediyor, bir tür Amerikan gibi hissetmekten kaçış, ormana kaçış olarak.
Son birkaç yılın en iyi filmlerinden, bizi Amerika gibi hissetmeye , bir çıkışsız/darlık simgesi minibüse , Trump’ın Amerikasına, kapitalizmin yalancı özgürlüğüne, seks, içki, uyuşturucu  üçlemesinden beslenen gençleri sömürmesine, hiç hayal kuramamanın yarattığı tahribata tanıklık ettiriyor bizi Amerikan Honey.
Filmden çıktığımda, “Hepimiz aynı gemideyiz” cümlesi,  o geminin aşağılarında yer almamızı sağlamış “davası” devam eden bir “sermaye hırsızı”nı savunmak amacıyla söylenmiş bir devlet büyüğümüzün hatırlattı bana. Bize “Türkiye gibi hissetmemizi” sağlayan American Honey filmine teşekkür etmek istiyoruz dudak kıvrımlarımızla.
Tarık Şimşek
Sinematopya sitesi sağolsun birkaç mail atarak ancak yayınladılar, sonra dedim ki neden burada yayınlanmasın, illa herkes mi okumalı? 

Sinematopya şu notu eklemeyi unutmus, buraya bırakayım:

Bu eleştiri denemesidir, sinema yazarı, eleştirmeni olmak için yazılmamıştır, sadece son dönemde, kişisel sinema yolculuğumun enfes bir durağı olan filme güzellemedir. 

10 Kasım 2017 Cuma

Bar günlüğü ve Hırsız Demet Akalın


                                                         
                                            Hiç yaşamadıklarıma, hiç yazamadıklarıma; 

                                                                 
- "Bir sigaraya ağzıma patlatırım." dedim. 
Şaşırdı, hayatı lokantada çürüyecek olan işletmeci. Oradaki kadınlara ya da parlak oğlanlara sulanacak olan.
- "Tamam." dedi. Patlattım. Hepsini yuttum. Su içtim kana kana. Bir petrol ofisinde durdu. Bir adamla konuştu. Tanıdığı imiş. Onu da kabul ettim. Elimle 31 çekip, küfür etmek istedi. Passolini beni görse filmimi çekerdi. Ayfer tunç kıskanırdı. Hissetmemiş gibi yaptım. GİBİ Yaptım. GİBİ. Yaşamış gibi yapmış gibi. Aşırı kahkahalarımla mutluymuş gibi. Yaptım. Çocuk bana değil, "Sağol Remzi Abi." dedi. Ellerimi sildim. Remzi de bana teşekkür etti. Paketi uzatarak. 

- "Seni nereye bırakayım?" dedi. Bara çek. Dedim. 

Barda, ülkelerinden kaçmış İranlılar ile dans ettim. Leş. Dünya kocaman Leş. İranlı biri "hap var, ister misin?" dedi. Kenarda. Kenarda. Dünya kenarda. Bizi kenarda. 

                                                  Küçük iken kumda oynardım o bile mutlu ederdi beni kumda oynamak 

Barda adam yine geldi. Reddettim. "İkinci el olmam. Git kendine daha parlak bul." Dedim. Gitti. Kasıklarım ağrıdı. Dark room!a girdim. Başımı koltuga yaslayıp, sigara yaktım. Bir el hissettim bacaklarımda. Döndüm. "Ateş var mı?" dedi. ateşin yoksa gecenin bu saatinde burada ne işin var demedim. Yaktım. Elini çektim. Başımı geri yasladım. Bir dünya kurdum kendime. 

               Migros'tan çıkmışım, bir şey istiyor musun diyorum sevdiğime, biber dolması yapacağım, sezen aksu çalacak, cuma günü, ertesi gün iş olmadığı için biraz şarap açacağım, kilosundan dert yakınacak sevdiceğim, gülümseyeceğim, göbeğini okşayarak, mutfakta arkamdan sarılacak, dudağıma bir öpücük konduracak, biraz yoğurt, salata az baharatlı, o ara sigara yakacak, işyerinde ayağını kaydırmaya çalışan patronuna küfür savuracak, küfür balon olacak, mutfakta, 

"Ne yapıyorsun kız?" Geçen seferden grup teklifi yapan trans bacım. Gülümsüyorum. "Hiç oturuyorum." Yanıma çörekleniyor. Güzel oldukça. "Bu gece nanaysın aşkım." Dedim. Kahkaha atıyor, Müzikten duyulmuyor. "Anam hepsinin cebinde, eve taksi ile dönüş parası var sadece." Sigara yakıyor. Etrafa bakıyor. "Sen de yok mu gece bir ayı?" Orospu. "Ne buluyorsun göbekte?" 

               Yemeği bitince kahve yapacağım, köpüklü, yemeği begenmeyecek, biber dolması açılmış, takılacak bana, off diye şımaracağım, kahve kokusu yayılacak, ama diyecek, kahveni hiçbir şeye değişmem diyecek, Cuma ya bugün, dışarı çıkalım mı diyecek, ben film önereceğim, sinema belki de, o benim bayık filmlerinden sıkıldığını söyleyecek, 

Orospunun yanına biri geldi. Kalktı. Bana gülümsedi. Öpücük attım. Demet Akalın çaldı. Kulaklarımı tıkamak istedim. Bizden para kazanması ve bize laf atması bu dünyanın bize kumarı. "Kudur" lafı bizim. Bizim. Aldığınız kültürümüzü, cinselliğimizi, özgürlüğümüzü bize satıyorlar. Bunları düşünmek için çok sarhoşum. Görüntüler eşlik ediyor. Lanet kasıklarım. 

                Ben aslında Tsai Min Liang o kadar da kötü değil diyeceğim, offlayacak, dizi açacak dışarı çıkma teklifini kabul etmediğimden küskün, işyerinde kadın arkadaşlarımdan öğrendiğim revani tarifine başlayacağım, içeriden sesler gelecek, arada tarifi uyduramayacağım, 

Biri geldi yine. Rahat yok. Gençti. Sincan'dan ya da taa konyalardan buralara düşme. Belli. Kokusundan anlıyorum. Bazı erkekleri kokusundan tanıyacak kadar orospu olmuşum. Bazı insanları karakterlerinden tanımayacak kadar saf ama kokuyu alacak kadar köpek. Acıdım. "Bira ısmarlayayım mı?" dedi. Beni bir biraya götürecek, istemedim, kadınlara yaptığının aynısını yapsın istemedim, bir kere de öğretilmeyen bir şeyi yapsınlar, bir kere kendini keşfetsinler. "Dans edelim mi?" dedim. Demet Akalın bitsin artık. Bitsin.  BİT DEMET ARTIK BİTİN. Bizi rahat bırakın, bizi bize bırakın. Konyalardan buralara gelmiş bebeleri kandırabilirsin ama beni değil, asla. 

              İş yapmış yorgunluğu ile koltuğga yığılacağım, TV'deki dizi açık kalmış uyukakalmış, uyandırıp odaya götüreceğim, odaya geçerken izleyeceğim, Diren' i ya da Gizem'i ararım, çocuk muhabbeti yapacağız, Diren'in çocuğu hasta olacak, biraz tedirgin, avutacağım onu, Ozan yurtdışında, sevimli fotolar göndermiş telime, onlara bakacağım, gülümseyeceğim, 

Arkamdan sarılıyor. Kemiriyor. "Arkadaşlarına ayıp olmuyor mu?" dedim. "Arkadaşlarımın ammına koyum" . Boynuma. 

Çekildim, "oha ayı bir destur" demedim, bize gidelim mi dedim? Bir kere hayatında ödün vermeden bir şeylere sahip olsun istedim, korkttu cesaretimden, "arabaya?" çünkü göt değil yüzünü sikmek istiyorumun türkçesi, "arabaya?" Am, yüze daha çok benzer çünkü. 

Olur dedim, 

İnerken demet akalın susmuyordu, adam memnundu, arabada sardığı ottan çektim. 

               tatillerde ailemin yanına gideriz, İskenderun çok sıcak, yağlı bedeni yorulacak, abime vantilatörü açtıracağım, denize gideceğiz, ablam gelmeyecek ama umursamayacağım, denizden sonra sevişeceğiz, utanarak , ailene ayıp olmuyor mu diyecek, kendi aramızda kutlama yapacağız sonra, nişanlanmış gibi, Esra geyik çevirecek, ablam gelmeyecek, umursamayacağım. 


29 Eylül 2017 Cuma

Calm Your Eyes



çıplak, marihuana - şeker, arkadan sarılış, pencereden ankara az ışıkları, ostim oto yıkama yukarı katı, 

- bir şarkı aç 
- ne istersin? 
- çok güzel klibi olan bir şarkı dinledim geçen, onu açayım, 
- olur, 
- bunlar sevgili mi? 
- evet. 
- erkek erkeğe sevgili olur mu? 
- sadece sikişirler mi erkekler, pekala olur? 
- hangisi pasif? 
- ne önemi var? 
- ben aktifim, sevgili olmam. 
- peki, şarkıya kendimizi bırakalım mı? 
- olur, senin de sevgillin olacak mı bir gün? 
- bilmem belki bir gün. 
- sevgili olunca böyle şeyler mi yaparlar? 
- nasıl? 
- kitap mı okurlar, birden bire öperler mi birbirlerini? 
- evet. 
- tıpkı karım ile yaptığım gibi mi? 
- evet, tıpkı karın ile yaptığın gibi. 
- şarkı güzelmiş. 
- peki klip. 
- niye öldürüyor ki? sikişemediği için mi? 
- aşktan yapıyor sanırım. 
- erkek erkeğe aşık mı olmuşlar? 
- evet. 
- bir de öldürüyorlar? 
- evet. 
- hadi içine gireyim. 
- şarkıyı kapatayım mı? 
- yok kalsın, güzel şarkı. 

marihuana , bir ayının ince gözleri , çocukluk fotoğrafı, sevgisiz ankara.


16 Ağustos 2017 Çarşamba

xwen


   Yakup'u özlüyorum blog. bu özlemenin kendisi, yakup'a has mı emin değilim, özlediğim kişi belki de şimdi yakup değil, üniversitede, yemekhanede, üstüne uymayan kot ceketli, saçları dağınık, tütün saran varsa şansı birilerinden camel soft içen o çocuğu özlüyorum. Yok. Şimdi karşısına çıksam, onun olmadığını biliyorum. Yüzüne bağırmak isterdim, "bizi ne kirletti? bizi ne kirletti?" Kar neden yağar, diye bağıran gölgesizler kitabından fırlama.

                                       bu yüzsüz çağda, sen içimde duruyorsun büsbütün*

   Esra var, iyi arkadaştır, kuzeni 5.kattan aşağı bıraktı kendisini blog. Pek tanımam kendisini, Esra'yı da, aramadım da zaten, intihardan sonra aranmaz, tanıdık, eren filan sordum, "neden yapmış?" kimse bilmiyormuş, biliyormuşça saklıyorlarmış gibi hissetmek istedim. Kanayan bir yaradan dolayı ölsün istedim. En azında değecek bir şey. Bir sevdicek. 


   Kimi sevmeye çalışsam olmuyor blog. Kirli. Çürümüş. Nuriye ve Semih'e bile az kişi gelmeye başladı. Midem kaldırmıyor blog. Savoy'a sık takılır oldum. Geçmişimi arıyorum blog. Bize yedirilmeyen geçmişimi. 

   Savoy'da dünya umrunda olmayan ibnelere bakınca, için için kendime kızıyorum. İçin için piste buyur ediyorum kendimi. "İntihar etmeyeceksek, dans edelim bari?" 

   Ozan'ın anlattığı, çocuğu stalkladım blog. Aynur doğan severmiş. Yakup; sevdirmişti bana Aynur doğan'ı, Ulucanlar, ilkokulun karşısındaki evde, okul çıkışı gibi şen bir sesle, "Bu kim?" demiştim, bilmediğime kızıyordu, onları tanımadığıma, onları bilmediğimize, tanınmak sorununu için içine indirmişti. Ozan'ın yerinde olsam, o çocuğu severdim. Birilerini sevmek için erken bir yaşta. Çocuğun, internette bir fotoğrafını bulunca, ağladım blog. 

                                              bir küfür gibi evde oturuyorum*

   Savoy'da Ankara Tıpçıyı gördüm. Sevdiği şarkıyı "strangers by night" şarkısını açtım, serbest müzikten. Yanıma geldi. "Seni gördüğüme sevindim." dedi. Yüzüne baktım. Aşağılıkkompleksi akıyordu. Eve geldik. Eren ile sohbet etti. Eren hastanede çalışmadığı için ona ilginç geliyordu anlattıkları. Kahve yaptım. Kahve kokusu sardı. Mazzy açtım. Ozan'a yazdım. Onlar konuşurken. İğrendim sonra Ozan'dan da. İğrendim herkesten. "Dağılın lan" demek istedim. İçeriye girip AtErdoğan'ın kafasını kesmek sonra. Shinning. Görüşmemeye yine karar verdim sikik doktor ile. 

   Beşir yine aradı blog. Her şehirdışına çıktığında, benden para istemesinden, paramın olmamasından, her parasız kaldığımda, üniversitedeki korkunç yıllarıma döneceğimi sanmaktan yoruldum. Ölsün istedim blog. İnşaattan aşağı düşsün, iş kazası densin, 3. sayfa haberi olsun istedim. 

                                        benim mutsuzluğumu da borçlu değil misin bana?*

 Beni kendi abisinden, babasından tiksindiren bir hayat yaşattığı için, solcu olmalıyım diye düşünüp sendikaya gittim. Solcuların 3. sınıf tatil hikayelerini dinledim. Halkevci Hüsnü'yü düşünüp 31 çektim. 

  Yakup'u özlüyorum blog. Özlediğim yakup mu, çürüyen bir yerlerden gelen saflık mı emin değilim. Belki de aynur doğan'ı özlemişimdir. 

                                                     bana en yakın uzaklık sendin.*


* Birhan keskin'in dizeleridir.


    
   

17 Haziran 2017 Cumartesi

Alper'den Dilaver'e Saf Sevgi


   
    Geceye "Alper"den, "Dilaver"'e geçtik. Gerçek ismini öğrenmem, beni cüzdanını çalmak ile suçlayıp, "vala ya ben çalmadım, senin paranı ne yapayım, parasız çalışıyorum ben" diyerek yere bakarken, düşürdüğü yerde gördüm, küçük kahverengi noktayı. "Al bak orada!" dedim. Sarhoştu, eğilemedi, ben o an alırken, sürücü belgesini gördüm, hafif çıkık. Dilaver. Verdim eline. Rahatladı. Kırılmıştım. Kapıya yöneldim, "nereye?" dedi. "Eve." Keçiören'den Kurtuluş, taksi çok yazardı. Cebimde para vardı yine de. Geceydi. "Gel tamam, yani beni anlaman gerek". Sarhoştan empati dersleri. "Siktir lan oradan" demedim. Korktum. İnsanlar sorardı, korkmuyor musun diye? Risk hayatımız, onun için de benim için de. Bize geceleri, barları, tuvaletleri, kapalı odaları bıraktığınız için güvensiz ve risk hayat. "Sen ile sevişmeyeceğim" deyip, koltuğa kıvrıldım. Yanıma geldi. Evi inanılmazdı ayının. ve ona rağmen cebindeki birkaç kuruşunda. Gözleri çok güzeldi. Derinden ve odunsu. Katık. Porno filmi çevirdik. Dayanamadım orospu. Yanında uyuyamadım, yanında uyuyamadığım erkekler listesine bir yenisini ekledim. Horluyordu. Koltuğa çıplak uzandım. Battaniye vardı neyse ki. Canım bir şeyler okumak istedi, kırsalda tıp okuyan gay'i okudum. Yazdığı heriften beter bir ayı ile olduğumu bilse, "seni aşağılık twinky, senin gibiler yüzünden bu adamlar palazlanıyor" derdi. Hamide artık demiyor, öğrendi. Aktif ama gay değil. Kerimcan Durmaz ile ilgili yazısını okudum. Enfes. İntihar edersem, kırsala mail atmayı düşledim. Melankolik. 
   Koltuğa yığılmış iken, herif yine geldi. Sikmek istedi. "Yok" dedim. Korunmasızdık yeterince. Kondomdünya. Yanıma oturup sigara yaktı. "İyi miydi?" dedi, ben bu erkeklik yaşlandıkça azalır sandımdı, öğrenci iken , parlak bir ibne iken işte, çok duyduğum bu "iyi miydi?" lafını artık duymam sanırdım. Sevindim. Güldüm. "Neye göre?" dedim. Şimdi bu adamı öldürüp, kapıyı çekip çıksam beni bulurlar mıydı? Boşanmak üzere olduğu karısı da sevinirdi herhalde yaptığıma. Küçük koltuğa uzandı, arkadan sarıldı. "Dilaver" dedim. İsmini "Alper" dediğini anımsadı, diklendi, "Dilaver, annem derdi, gerçek ismim Oktay, herkes Oktay der" Dedi. Sarıldı. "Senin gerçek ismin ne?" dedi. Halbuki ismimi söylemiştim, büyü bozulmasın, Yusuf'a anma olsun diye, "Yusuf" dedim. 
   Sikmeye kalktı yine. Durdurdum. DUR, önümü dönüp sarıldım, sıkı sıkı. Şşşş yaptım, sakin ol kovboy, kulağına dilaver diye fısıldadım. Bu sefer değil dedim, bu sefer sadece sarılacağız,,, 
   Dinledi. Müzik yoktu. İyi güzel kadınlar hep ağlar açtım telefondan. Sarılmış halde dinledik. 
   Sigara yaktım. Oturdum. Sabaha kesiyordu gün. "Yaşadığın şu hayatın kıymetini bil lan" dedim. Biliyordu, demagojistliğim tuttu. "Karım beni terk etti," diye başladı o da söze. 
   Karısı çok alkol alıyor diye bırakmış, zaten çok paragözmüş, anadolu kadını değilmiş,,, 
  
    Bitti. 

Bu her zamankinden hallice adamlardan adamı neden anlattım? O an o sabaha kesen tandan şunu fark ettim, aslında biz ne olursak olalım, "saf sevgi"ye muhtacız. O saf sevgi bize biçilen alanlarda bulunursa işte böyle sikiş değil sadece sabaha kesen sohbet çıkıyor, annesini hatırlatıyor insana, karısını, bir şarkı üstelik sevmediği tarz belki de, samimi bir şey oluşuyor sanki, 

Ondandır Seçin ile anlaşamayıp, hala LGBTİ derneği'ne desteğim, ondandır Kinem gelmedi diye suçlamam konuşmamam, ondandır Diren'i sevmem, Ondandır Eren'in bulaşıklarını yıkamam, Ondandır İngilizce. 

Bugün beni Aspava'ya götürdü ve ben travmalar ile örülü vücudum, Aspava'ya giremeyen ben, gittim onla. Kavga bile ettik, Aspava'nın acısını çıkarttık geçmişimden. Ona geçmişimde "hırsız" olduğumu ama kendisinden bir şey çalmayacağımı iletince, sevmediğim , kaderim olan cümleyi söyledi: Sen iyi bir insansın, biliyorum. 

Çay soğuk diye kızdık. Karısı nedeni ile uzaklaştırma almış. Biraz konuştum, kadın hakları felan. Dışarda bir de kahve içtik. Bana bir ara "hayatım" dedi. 

 O saf sevginin kimden geleceği belli olmuyor, gelirse cinsiyeti ne olursa olsun insandır kabul ediyor, içine alıyor, sarmalıyor, bırakası gelmiyor.