2 Ekim 2014 Perşembe

Hayata Dönemeyiş


                                                                     Veli Saçılık'a,

Hayata Dönüş Operasyonuyla tanışmam patavatsızca oldu. Lisedeyim. Komünist diyorum o aralar, sosyalizm filan feryat figan tartışıyorum arkadaşlarımla. Ezgi'de Okul ve Ülke dergisi satıyordu, ondan alıp okuyordum kana kana. Aç. Sosyalizm mücadelesi veren yalnızca Ezgi değildi. Psikolog vardı. O küçücük şehirde duvarlara afişler yazmaktan geri durmayan, bağlı olduğu sendika için rapor almaktan çekinmeyen gözüpek, gözleri mavi, hareketli ve mizaha düşkün bir Psikolog Cumali abi. Gerçi mesleğiyle anılmak istemezdi, işçi filmleri festivalini getirmişti şehrimize onunla anılmak isterdi. Ah Yol filmini ilk orada izlemiştim. Derme çatma bir okul salonu, az ilgisiz, Yol filminde "Diyarbakır" kısmına "Kürdistan" yazısından korkan bir seyirci kitlesi. Lisede onun hastanedeki odasını arşınladım hep. Taşrayı canlandıran bir enerjisi vardı, bunu şimdi yazarken anlıyorum, o mutsuzdu çünkü, Ankara'da yaşamak oradan mücadeleye katkı yapmak isterdi. Benim şimdi istediğim hayatı o da isterdi. Sanırım ondan etkilenmemin bir sonucu bu. Odasının kapısında saatlerce beklediğim olurdu bazen. Sorularıma cevap bulmak için. Her şey ile ilgili sorular sorardım, abimin işsizliği, ablamın apolitikliği, erkeklere aşık olmamı, Tkp'yi, Ödp'yi, Kürtleri, alevileri, Muhsin Yazıcıoğlu'nu, çalıştığım avukatın tacizlerini ve Hayata Dönüşü.. 
Hikmet Sami'ye, Bilkent üniversitesinde konferans çıkışında,  önceden Tkp üyesi, sonra DHKP-C üyesi bir hukuk öğrencisi - Kızın ismini hiç unutmuyorum - bombalı saldırı düzenlerken, bomba elinde patlaması sonucu yaralanmıştı. Yılı hatırlamıyorum. Dershanedeyim o gün. Solcu olduğumu bilen, aslında kendisinde kabul ettiği makul sebepler varken sırf baba faşist diye faşistlik yapan haberi yeni okumuş bir dallama; -zaten haber o zamanlar cemaat-akp çatışması olmadan, "zaman" gazetesinde verilmişti. Baş sayfa haberiyle. Kız sedyede fotoğraflarıyla- "baksana senin solculuk anlayışın bu, eski bakanlara bombalı saldırı düzenlemek, üstelik tkp üyesiymiş" dedi. Utanmıştım az. Hikmet Sami'yi tanımıyordum. Bu dallama haklı olabilir miydi? Sol ve şiddeti yan yana kullanabilir miydik? ya da ben kendime solcu diyorum ama bir insana şiddet uygulayamam ki? Nasıl? 
Soluğu Cumali abi'de almıştım. Başka bir konudan konuşuyorduk, sonra ben "bugün haberlerde Hikmet Sami'ye bombalı saldırı düzenleyen kız solcuymuş, sen de solcusun, yani sen de.." gözünün eriydi. Susturdu hemen beni. Çocuktum ben. Bu ülkede Sivas'ı, Hayata Dönüş'ü, Maraş'ı, Çorum'u, öğrenemeyecek kadar çocuk. Neler olmuştu bu coğrafyada? Bizi işsiz bıraktıkları gibi hem de öldürüyorlar mıydı yoksa? 
"Hikmet Sami'nin kim olduğunu biliyor musun? Ben de şiddet onayladığım bir şey değil asla. Ama ya o eski bakanın uyguladığı şiddet ne olacak peki, hayata dönüş operasyonlarında - operasyon?- ölüm oruçlarında yüzlerce kişiye işkence etmesine müsaadeyi o yaptı." "ateş yoktu ama yanıyorduk" diyen kadının fotosunu gösterdi. Sustu sonra. "Sincan'da bizde dışarıda girmiştik oruca. destek vermek için.Bize de dışarıda şiddet uygulamışlardı", göbeğindeki çizgiyi gösterirken. Odadan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum şimdi.
Korktum. Rüyalarıma girmişti, ablama soruyordum, abim sorularımın ısrarına dayanamayıp "ben hatırlıyorum, o eski adalet bakanının bok yemesinden oldu, hapishanelere iş makineleri giriyordu, yüzü yanan bir kadını filan çıkarmışlardı, hem oruç zamanında oruçtan vazgeçirmek için yan koğuşlarda hep kebap, lahmacun kokuları geliyormuş." diye kapatmıştı konuyu. Hayata dönüş ile ilgili Sonbahar filmini izleyene kadar o bahsi hiç açmadım. Bir de Barış bıçakçı'nın . Bir süre yere paralel gittikten sonra kitabının enfes  öyküsünde karşılaşmıştım.
Şimdi de senin kolu kesik bir halde, kartona yazdığın "köpeklere verilen kolumun yerine tazminat istediler" yazılı  fotoğrafını görünce çocuk korkularım bir daha geldi sanırım. Bu ülke rahat bırakmayacak bizleri. Kabuslarımı bilinçaltıma bile itmeye izin vermeyecek. 
Kim olduğunu bilmiyorum, sen de beni. Kilometrelerce öteden yazılan bu yazıyı niye yazdığımı bile anlamak zorunda bile değilsin. 
Sadece sana karşı, koluna karşı sorumluluk hissettiğimi bilmeni istiyorum. Nedenini bilmiyorum. 

Sahi Veli, hayat o güzel küçük, inançlı gözlerin bir o kadar da neden bu kadar hüzünlü?. 



1 Ekim 2014 Çarşamba

Kısa bir anı

                                                bu yazıda nokta olmayacak, geberin,


bir Dicle vardı, aptal Cihan'ın sevgilisiydi, Cihan Eren'in Tatvan'dan arkadaşı, ara sıra bize gelirdi Dicle için, Cihan'la sevişmek istiyordum, sonra sonra bu sevişme isteğim ikisi arasındaki aşkı görünce eriyip gidecekti, Eren kızardı zaten, neyse herkeste biraz var işte homofobi, "kendi ailesini, dostunu" koruma güdüsü ibnelerden, "kendi ailesi, kendi dostu"nun o şey olabilme ihtimalinden korkması, konumuz bu değil, dağıtma, Sonra bir gün bunlar ayrıldı, o ara aşktan çıldırıyordum, Cihan bir gece sabaha kadar hiç uyumadan Dicle'nin Havalimanına uçağı saatine yetişip konuşmak için bekledi, ben de, Şimdi neden beklediğiminin cevabını bulamıyorum, aşkın neler yapabileceğini görmek içindi belki de, ben de gittim havalimanına, havaalanının iki girişi vardı, birinde ben bekliyordum diğerinde Cihan, Dicle çok güzeldi, ince tel saçları, büyük gözleri, masum suratıyla, Sezin Akbaşoğullarını andırıyordu, Cihan ise tombul, tüysüz, beyaz kürt bir tip, Cihan'la Dicle'nin konuşmalarını uzaktan izliyordum, Dicle şaşırmıştı onun havaalanına kadar gelmesine, ne konuşuyorlardı bilmiyorum, ve ben ne buluyordum onların bu modernize olmuş aşklarında onu da bilmiyordum, bir güvenlikçiyle kesiştim onları beklerken, Cihan vardı olamazdı, numaramı aldı, aramadı sonra, Dicle geri dönmedi, Cihan konuştuğu için rahatlamış görünüyordu, içinde çürümüş bir elma vardı ama, hissettirmemeye çalışıyordu, otobüs boştu, Kızılay boştu, evrende yalnızdık, herkes şehri terk etmişti, bir bir sarı taksiler ışık misali çıkıyordu ortaya, soğuktu hava, çok soğuktu, Cihan'ın omzuna koymuştum başımı, Cihan dünyayı görmüyordu, aptaldı, omzuna koymam onunla sevişmek için ara yol bulmam değildi, ona acımıştım ondandı, ben de çok seviyordum, Ankara soğuktu, olaydan günler sonra Dicle'yle oturduk, 

bir Dicle vardı, o cafede, küllükleri metal olan, dörtgen ve köşeleri hafif içeri doğru çukur küllükleri olan, kahvehanelerde bulunan cinsinden, Yakup bazen sigarasını bitirince o küllükle sigarasının izmaritlerini bir kenara toplardı konuşurken benle, Dicle anlattıkça nedense, ağlamaya başladım, Dicle İstanbul'da yağmur altında saatlerce beklediğini, Cihan'ın kendi çalıştığı bilişimle alakalı sivil toplum kuruluşundaki kızlarla fingirdeşmesini göz yumduğunu ama onun bir ödevi için erkek arkadaşıyla konuşturmadığı gibi bildik "erkek" şeyler anlattı, dedim ya cihan aptaldı, bir gece bekareti tartışırlarken, "bu evde anarşi var, bu konuyu konuşamazsınız, defolun evimden" demiştim de, aramızda en anarşik en sert çıkışı o yapmıştı bana, Cihan bunları bize anlatmamıştı, Çok değil Eren'le Cebeci'de yürürken onu yeni erkek arkadaşıyla gördük, Dicle utanmıştı az, Acaba ödev yapmak istediği çocuk bu muydu, takılmadık, espri bile yaptık, Cihan bana kaldı gibisinden, Cihan'ı son görüşümdü o havaalanı, Dicle'yi de Ankara'da karşılaştık bir iki kere, üstü kapalı okul, bitti, mezun, sınav, kelimelerden ibaret konuştuk, o cafedeki küllüğe başkaları topladı sigara izmaritlerini,