14 Eylül 2015 Pazartesi

Spor malzemeleri

                                                                        Burcu'ya;





Yeni kampıma geleli iki ay oluyordu. Bu kamp sarı, sarı uzun alan. Kışın su basıyormuş buraları. Öbür kampımda türkmen çocuklarla her şey kolaydı, hem yemek yediğimiz çadıra gelmiyorlardı. buradakiler geliyor " ğımeyaz abe, ğımeyz" deyip ekmeği ağzımıza zor yutturuyorlardı. Yemek yiyemiyordum. Çocuklar yine de iyileştiriciydi. Yoruluyordum. Yorgunluğumda seksi ve yakupu düşünmemek hoşuma gidiyordu. Burada zaman ve tanrı yoktu. Patlayan sesler, savaş naraları, "hain esed" çığlıkları, şişko araplar, kara çarşaflarının altında her biri miss turkey olacak kızlar vardı. Yaşama tutunmak gereksizdi. belirsizlik sinirimizi bozuyor, pastel boyalara boşaltıyorduk sinirlerimizi. 

Ondan, ilk Burcu bahsetmişti. Terapi için yaptığım örgüyü bana öğretirken. "İyi gelir bak, önyargıyla yaklaşma." Uzun büyük örgü şişle kendime boyunluk örmüştüm.

Beceriyordum. Burcu'nun babası yeni ölmüştü. Post-travma geçiriyordu psikoloji kitaplarına göre. Bana göre deliriyordu. Deliriyorduk.Burcu,  Burcu'yu sikmeye çalışan kamp müdüründen bıkmıştı, bense Duygu'dan. Sonra Burcu'yu sikmeye çalışan kamp müdürünün sayesinde kamptaki yerlerimiz değişti. Buna sevindik ikimizde, ama her zamanki gibi her insan gibi Burcu beni kandırmış ve o kötü kampa yollamıştı. Ve ödül olarak örgü öğretiyordu. Güzelce. 
Ondan bahsederken Burcu; burcu ondan bahsedene kadar, burcu ondan bahsettiğinde; ona hiç dikkat etmemiştim. O da kimseye dikkat etmezdi. "Orada bir beden eğitimi öğretmeni var, Samet". Kapkara bir Türk asıllı arap. Nusayri. Arapçayı çok iyi kullanıyor, çocuklarla iletişimi de. Uzun uzun oynuyorlar onlarla. Sadece oynuyor. Kimseyle fazla konuşmuyor. Özellikle biz kızılay elemanlarıyla. Onun işine yarayacak malzemelerimiz olmasına rağmen bir şey istemiyor. O bir topla her şeyi hallediyordu. 

Burcu söyledikten sonra; içimde garip anlamlandıramadığım bir kıskançlık duydum. "Kim oluyordu da bizi küçümsüyordu bu adam?" Vahşi bir rekabete girdim. Basket oynattım çocukları. Kampın ona ait olan alanı da kullandım. En yeni toplarla. En yeni oyunlarla. İki ayda kampın gözdesi oldum. Kamp müdürüne- Burcu'yu sikmek isteyen müdür değil - oral seks yaptım. Hem çocuklar zevk alıyordu benden, hem de kamp müdürü. Burada önümü tıkayan duygu gibi Unicefyaltakçıları yoktu. Kimsenin ablası Unicef'te çalışmıyordu. 
Kampın dragqueeniydim

Burada çocuklarla ölmek istiyordum. Ablamın bir an önce memur olup alkolik babama para yetiştirme hevesini kırıyordum. Emekli bile olabilirdim. 
Çocuklarla basket oynarken bir gün; göz ucuyla, çok göz değil az uçla, Samet'e baktım. Beni izliyordu. Herkesin önünde striptiz yapan bir orospuydum. Samet; yanıma geldi. Krediyle kullandığı kelimeleri fazla sarf etmeyip " hocam, merhaba, görüyorum ki çok başarılısınız, tebrik ederim, çocuklar sizi çok seviyor" dedi. Çocuklara kendileri devam etmesini söyledim. Sırıttım. "Acaba sizden bir şey istesem?" Samet, bir şey istiyordu.? UluKIZILAY'ın gücüne inanmıştı demek? Ya da UNİCEF? we are the champions,,, "tabi ki."
"Spor malzemeleri, bize, çocuklara yani, antreman için spor malzemeleri lazım" dedi. Arkasını dönüp gitti. Çocukları çok seviyorsan, git bul spor malzemelerini demekti bu. 

Mail attım hemen o hafta. Aradım birilerini. Kampı alakasız şekilde ziyaret eden BM üyelerine durumu bildirdim. Unicef'in herkese gönderdiği teşekkür kartpostallarından başka bir cevap gelmedi. Utandım. Samet zaten ondan sonra hiç gelmedi. 
Ben gittim. Hava sarıydı. Kokuyordu etraf. Bok kokuyordu. Çocukların yediği iğrenç "Lokma" kokuyordu. Dünya kokuyordu. 
"Şey ben mail attım ama...". Samet, yüzüme bakıp gülmüştü. Bu adam gülüyormuş demek ki? Sevindim. İçimde flamenko oynadılar. Bir kuş havalandı. "Sorun değil." Çocukların yanına döndü Samet. 

Kızılay eleman arıyordu, bize de referans olacağımız kişiler varsa iletmemizi onları muhtemelen değerlendireceklerini söylediler. Spor malzemeleri yerine kampta çalışan alacaklar. Hiç düşünmeden aklıma Samet geldi . Ertesi gün iletmeliydim. Hem asgari ücretle çalışıyordu. Yazık. 

Hava sarıydı. Kötü bir levent yüksel şarkısı kokuyordu. Ter kokuyordu hava. Diş ağrısı kokuyordu. Ölü çocuklar kokuyordu. Yorgundum. Samet; direk spor malzemelerini söyleyeceğimi sanmış olmalıydı ki; "tamam hocam valla sorun değil, ben sadece çocuklar için şey etmiştim.." "Yok o değil Samet Bey? Kızılay personel arıyor, bizden de referans istediler eğer isterseniz ben sizi önerebilirim" dedim. Sesim kısık. Boğuk. 
Samet; çocuklara baktı. Uzun bir bakıştı. "Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada" dizesi balon oldu uçtu. Uzun bir yoldu bakışı. Sarıydı. Monet'nin tablosuydu. 
"Ben" dedi. "Kızılay'da çalışacak kadar onursuz olamam.!" 

Akşam Burcu'ya gittim. Örgü ördüm. Anlatmadım. Ağladım. Burcu ağlamamı anlamadı. Bön baktı yüzüme. Örgü'ye düştü gözyaşlarım. Ağladım. 
Hemen ertesi gün spor malzemelerini beklemeden istifa ettim. Bir hafta sonra açılan ilk kadroya başvurdum. Ablam, alkolik babama para yedireceğim için seviniyordu. 
Samet'i gördüğümde - bu son görüşümdü onu - yine çocuklarla oynuyordu. "Sizin spor malzemelerinizle ilgilenmeye çalışacağım ama bilmiyorum, benden sonra gelecek arkadaş ilgilenir mi?" Anlamadı. 
"Ben." dedim. "İstifa ettim." Samet hep çocukları düşündüğünü kanıtlayan son görüşümün son cümlesini söyledi; "Çocuklar biliyor mu?" Başımı yukarı kaldırdım. "Yazık olacak, sevmişlerdi sizi." 

Benden sonra ablasıUnicef Duygu geldi. Bir ay boyunca sıkıştırdım onu buradayken spor malzemeleri diye; bir ay duygu'yu dinledim. Bir ay. 
Sonunda gelmiş spor malzemeleri. Abla halletmiş olacak. Duygu teşekkür etti bana. Ama Samet aramadı. 



9 Eylül 2015 Çarşamba

Herkes Kadar

    

Sen Hiroşima'da hiçbirşey görmedin! Sen Hiroşima'da hiçbirşey görmedin!
                                                                               Hiroşima Sevgilim

Sanırım intihar edeceğim. Küçükken intihar fikri bana bir rahatlık hissi verirdi şimdi ise korkutuyor. Bence hayatı fazla önemsememek gerek, saçma. 

Kuzenim Mervan, Merhaba ben Tarık, Tarık sen misin? Nereden biliyorsun? Seni duymamak mümkün mü? Sırıtıyor, Yakup'a bakıyor, yakup başını eğiyor, Yakup'a benziyorsun sen de, bu sefer ben sırıtıyorum, sigaradan çekiyor, 

Yusuf'u günden güne özlüyorum. Nenem ölmüştü bir keresinde, her sabah bana elma verirdi okula giderken. Öldüğünde üzülmemiştim. Hatta güldüğümü bile söyleyebilirim. Sonra her sabah elmaların tadını unutunca nenem aklıma gelmişti. Öyle bir duygu. Yusuf'la beraber gittiğimiz sahafa uğradım. Kitap kokusu. Yusuf'un izini aradım. Behçet çelik gördüm. "Herkes kadar". O harika öykü kitabı benim gibi buralara düşerek yolunu şaşırmış olmalı. İkinci el. Sayfalarda gezdim. Bir şey aradım. Bir çizgi. Ödenmiş fatura. Ya da hediye notu. "Halkevi'nden Özgür" yazılı bir şey buldum sadece. 80 Dönemi gibi. Güldüm. 

Zaten artistliğinden cezaevinden çıkman anlaşılıyor, ay ne güzel haklarını savunman ne cici, senin gibi orda burda göt vermiyorum en azından, doğru gardiyanlara siktirmekten oraya buraya düşmüyor sıra, sus tarık, ne var ya adama bak eve geldiğimden beri küçümsüyor beni, feodal dümbük, siktirin gidin ulan, hiçbiriniz bir boka yaramazsanız, kızkardeşinizi 15 yaşına gelmeden evlendirmeye göz yumup buralarda özgürlükçülük oynarsınız, 

Mavi'nin gözleri camdan yansıyor. Daha da parıldıyor. Bu adamı nasıl istiyorum? O beni istemiyor ya  da kıvırıyor. Yan tarafta bir adam ceviz yiyor. Mavi, ondan ceviz istiyor. Buralarda böyle herkes pervasız, sınırını bilmiyor, herkes talepkar. Tiksiniyorum. Bana da ikram ediyor sonra. "Teşekkür ederim."
NE YAPIYORUM BEN? "Buralara hiç geldin mi?" yol dümdüz. Yılan gibi. Bir çöp tenekesi parlıyor. Kimsesiz. Hava yağmurdan sonraki orospu. İşte hayat bu diyorum, bu an. Bu dakika. "Evet gelmiştim." 

O GÜN BENİ NEDEN SAVUNMADIN?! O gün neden beni yalnız bıraktın!? Hiçbirinize güvenmiyorum!?

Mavi, sesi kısık, "yanıma yaklaş" diyor. Ter kokusu burnumu deliyor. Yine de tiksinmiyorum. "HDP Binasını taşlamışlar" Araba sola dönüyor. Midem bulanıyor bir an. Behçet Çelik elimde. "Hani amasya'da olmazdı böyle?"," Çok ölü var, çok kan?, Sen de dikkatli ol." Gülüyorum. Bir zamanlar küçümsenen çocuğa dikkatli ol diyen bu adamı duysa Yakup, kesin gurur duyardı benle? 
"Haklılar" diyorum, "Fatura sadece HDP'ye kesilmemeli ama." 
Neyse ben ineyim. 
                                   Kurtar halkımı ey Musa?

Küçükken yazar olmak isterdim. Zorunlu yazmaktan değil, gerçekten istediğim için yazmak isterdim. Şimdi duramıyorum. Yazar olamadım. Kimsenin okumadığı blogtayım. Anlatmasam öleceğim sanki. 

                                Bir organ nakli gibi sevmiştim seni.

Musluk tıkanıklığı gibi kaldım buralarda. Lavabo açıcı gerek. İçimi delsin. Akıtsın iyice. İyicene. Hiçbirşeye hiçbir düşünceye körü körüne bağlanmadım ki ben. Mavi'nin korkusu yersiz. Yakup'a bağlandım sadece. İngilizce çalışsaydım mesela. 

Yusuf burada olsaydı, bana kızardı. Ya da susardı. Susarak bir şey öğretenlerden, birleştirenlerden o. Geçen hastaneye bir adam geldi. "Yusuf burda mı". "Yok tayini çıktı" dedim. Gitti. "Hadi ya, Yusuf bana yardım ederdi" topallayarak gitti. Farkedemedim topalladığını. 
               
             Katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşta sevmiştim seni.

Ayşe hoca'yı görmeden intihar etmeyeceğim.