25 Aralık 2014 Perşembe

Bir Küçük Kent bir Onurlu Duruşma

                                                                          
                                                                                           Utku Kalı'ya


Evren çok soğuk. bazen o kadar üşüyorum ki, kedime sarılıyorum. Korkuyorum, bu ülkeden, her an biri saldıracak bana, birilerinin takip alanı içindeyim sanki şizofrenik sanrılarıyla dolaşıyorum bu küçük, avrupa kenti sanan şehirde. 

Duruşma var bugün. Utku için. Korkuyorum, korktuğumu belli etmek istemiyorum. Belli olmasın. içime derine aksın istiyorum. Az kişi geliyor duruşmaya. Utku'yu hayal ediyorum, ya da etmek istemiyorum. zihnim o kadar karışık akıyor ki durduramıyorum.
 - borcum vardı, evi taşımalıyım, ayhan'a para gönderecektim, o evrağı mutlaka imzalatmalıydım, ablamı aramalıyım, çocuğunun dersi için ne yaptı acaba?,..- bez çantama sıkı sıkı sarılıyorum, bizi kim bu hale getirdi? Onu özlüyorum, bak şimdi duruşmayı beklerken düşünülecek şey mi bu? Ankara'da soğukta dışarıda kar yağarken, o güven verici nefesini düşünüyorum onun. - arasam mı? arayıp kapatsam, korkuyorum desem, korkuyorum, bu şehirde ne işim var, neden bu kadar azız? - duruşma takvimine bakıyorum, ceren? tanışıyoruz. kafası karışık belli. üzerinde durmamak gerek. seneler aksın istiyorum. eve gitmek istiyorum. bizim oralarda herkes herkesti. valla. mahallede düğün yapılırdı, bilmezdik ayrık gayrı. hümanizm de buna ne dersen de, öyleydik yani. Sonra sanki bir rüzgar esti, hepimiz birbirimizi aşağılar olduk. nefret ettik birbirimizden. Ölümler çoğaldı. 
Duruşmaya giriyoruz. Hiçbir terimi bilmiyorum. Başka bir dilde konuşuluyor, burası başka bir ülke, bu koltuk, bu evren bir başka soğuk. Sarışın bir adam üsttekilere anlatıyor bir şeyler hararetli, "iddianame, istanbul 3. ağır ceza," sadece onları anlıyorum. dışarı çıkıp sigara içmeli? Yanımdaki destek için gelen avukata fısıldıyorum:
- bir şey anlamıyorum. gülümsemeye zorluyorum kendimi. 
- boşver bazen benim için de zor diyor. gülüyoruz kısık. 
hep kısık güldürdüler bizi. bak yine o geldi aklıma. "iyi bir insansın sen, ama ben istesem de ben olamam, üstümüze çok geldiler, gülüşümüzü bile değiştirdiler, senle bu yüzden de olamam anlasana"
inatlarına şöyle şen kahkaha atamadık. ben bazen deniyorum, biraz becersem "erkek gibi gül lan" cümlesi yapışıyor. 
dışarıda güzel bir güneş var. duruşma ertelenme kararıyla bitti. bir adam "ihtiyaç olmadığı halde, geldiğimiz için teşekkür ediyor bize. bekliyor. biz de bekliyoruz neyi beklediğimizi bilmeden. Üç kişiyiz. iki öğrenci bir de ben. bir iki yerel gazeteci. sarışın avukatla ceren'i bekliyoruz. adam bize hikaye anlatıyor sanki. 
Utku'yla konuşmak isterdim, uzaklarda bir yerlerde kendisiyle konuşmak istenmesi nasıl bir duygu? 
Korktuğum için buradayım diyorum utku'nun babasına sonra. 
korkuyorum, hep korktum, yurtta, roboski anmasında, mitinglerde, üniversitede, ya bana bir şeyler yaparlarsa düşüncesi hep geçti aklımdan, asıl korktuğum için oradayım, asıl korktuğum için onlarla değilim. onlardan değilim. 
birden kara görmüş gibi, neden kantinde oturmadığımız aklımıza geliyor. açık çay içiyoruz. Çizi bisküvit yiyoruz. öğrenci arkadaş çıkartıyor çantasından. o bisküvit kırıntılarının elime yapıştırarak adamı dinliyoruz. 


    hayat bir mücadele, hayat bir mücadele, hayat bir mücadele, 


bazen hikayeler bir son ister, o gün o güneşli küçük kentte daha bir son yazılamadı bu hikayeye. 
Ta ki Utku tamamiyle serbest kalana kadar yazılamayacak o son.
   



7 Kasım 2014 Cuma

Şizofrenik Sanrılar


- Mutlu musun Nuriye Abla? 
- Evet, keyif alıyorum
-Cidden mi? Yani seni hiçbir şey etkilemiyor mu? Ne bileyim, her gün toplum ruh sağlığı merkezine gelmek mesela?
- Ha, ben de işimden keyif almıyorum, merkezin daha aktif işlemesini isterdim, daha yararlı olmak isterdim hastalara, doktorun daha çok ilgilenmesini isterdim.
- Başka?
-Onun dışında hayatımda keyif almayacağım bir şey yok
- Yapma abla, ölen üstelik ölmek de değil bence, boğularak susuzluktan ölen işçiler de umrunda değil, bu ülke bu ülke, 
- Ha yapacak bir şey yok ki. 
Duraktaydık. Soğuktu hava.Otobüse bindik sonra. Dışarda bir hayat. Hiç konuşmadık. Yer vermedim kimseye. Onların da bu kadar memnun olduğunu düşündüm, onların da keyif aldıklarını. Biraz ayakta kalıp acı çekmelerini istedim. Ayakları ağrısın, akşam gençlik kötüye gidiyor, otobüste bile yer vermiyorlar artık nutuğu çeksinler istedim birilerine. Misafirlerine. Çocukların ulaşmayacağı yerlerdeki şekerler olsun tabakta. Nuriye ablaya da hınç duydum üstelik bu diyalogtan sonra bana acıyıp iyi davranacak olması bile hıncımı söndürmüyor, onu sevmiş olmam bile. Alevi olduğunu özgürce söylemesi bunu göstere göstere yaşamasına sevinmem bile. Susturulmuş çaresizlikten bahsetmişti bir arkadaşım. Milletçek onu yaşıyormuşuz. 
Travmalarım peşimi bırakmıyor, bir köpek gibi izliyor beni. Benim de bir kocam, bir evim, arabam, evim kendime göre dizilmiş olsa, kütüphanem olsa büyük, okumadığım okumuş gibi yaptığım kitaplarım olsa, çocuklarım olsa, onların bütün gün bilgisayarda savaş oyunlarını oynamasını dert etsem kendime, cumaları namaza gitsem, yandaş sendikaya üye olsam, hep erken kalksam, yıllık izinlerimde denizli bir yerde tatil yapsam, bunu herkese göstersem, gün yapsam, iş arkadaşlarımla kavga etmesem, müdürüme yalakalık yapsam, gömlek iliklesem, kaçamak yapsam arada, kimseye çaktırmadan, kocamdan boşanmadan, kocamın da arada hayat kadınlarıyla yatmasını görüp de ses etmesem, hafifmeşreplilerden uzak dursam, bir değişik adamlarla konuşmasam, hafif başımı ağrıtmayan müzikler dinlesem, tanrıya inansam, dua terapilerine gitsem, eski arkadaşlarımla yoğunluktan görüşmesem, tıkır tıkır işleyen bir düzenim olsa işte ben de keyif alıyor olur muydum? bu ülke için yapacak bir şey yok der miydim? somutluk soyutluktan kurtarır mı? soyutluk somutluğun arasına karışır mı? bilmek ürkütmez o zaman. Bilmediğimden korkarım o zaman. 
Etim çekiliyor. Bir durumu yazıyorum buraya, genelde olay anlatırdım, bir durumu, yaşadığım her anda zihnimde bir savaş veriyorum, durmuyor, durup öylece baksam
Yaşayan bir şeysin demişti arkadaşım Özge, bu bir evre mi? bu taşra, bu koltuk bir süreç mi? Telefonlarıma neden cevap verilmiyor? Neden Sinan? Neden Yakup'un kolay sevgilisi var, Peki ya Eren? Ah eren, bizi bu hale kim getirdi, o şehirde neler yaşadın da seni aylarca aramayan bir çocukla sonradan çokarkadaş görünüp beraber iş yapmaya kalkıştın? Cihan'ı küçümserdik Eren hatırladın mı? Gülerdik, alay ederdik, beni mi çok rahat gördün, para kazanmamı mı değiştirdiğini düşündüm, aramadın beni günlerce, hep anınla yaşadım, hep anınla. Her anınla. 
Bir gün intihar edeceğim. Tasarı. Dönüyor. Hamide'yi okuyordum bu bloğa başlayınca, içimden bir yarış yapardım, yazmaya dair, öykü de yazıyordum hem, inandığıma inanamayarak yaşıyordum. Ama eriyen mum gibi etim çekiliyor, içimde yaşlanan bir vampir var, ölemeyen ebedi ama yaşlanan. İçimde yüzyıl yaşında. 

Durulamıyorum.

Denedim kız abla valla, yaptım yani, yıldız tilbe dinledim, alışveriş merkezlerini gezdim, marka aldım kendime, paramı sakladım, biriktirmeye çalıştım, rapor aldım, kaçtım, Ayhan'la seviştim, sevişirken yuva kurdum ona. Beraber. 1+1 ev bulduk kendimize, sabahlara rahat rahat beni becerebileceği, sonra onun kahveye benim işe gideceğim bir hayat büyüttüm. 

Ailemle barışmaya çalıştım, bayram harçlığı verdim, yengeme gittim, abimi aradım, üst kattaki mülteciyle konuşmadım, ay ne pis, eski arkadaşlarımı şöyle bir aradım, Nazlı ehliyet almış bu yaza araba çıkartır, aaa tabi canım, hakkı, kira da vermiyor hem, gömlek kravat gittim işe, çok şık olmuştum, Nuriye abla da dedi. Tatlı tarifi aldım, midem az bulandı, konuşmalara kafa salladım, güne katıldım, şu kürtlerde ne istiyor bu ülkeden, ay ne pis,ibneyimamaöyleherkesinbilmesinegerekyokkipartisine üye olmak istedim, ay tamam destekliyoruz lgbt'leri ama gösterme canım dedi kendini avukat diyen biri, katıldım, güldüm, dudağımda bir çizgi, işçiler öldü, psikososyal destek çalışması için mail attım, gönüllü yardıma, oh poor, my darling, Sosyalizm bitti dedim birilerine, çok konuşmayan filmler izledim, başımı ağrıtmayan kitaplar okudum, deleuze anlamıyordum zaten Diren dedim, Yaptım yani abla, barışırım sandım kendimle, kızzz, kötü şiirler okumadım, cinayet kışı da ne, birilerine borç verdim, koy onu cebine, aday memurum sendikaya üye olmadım, yandaşlarla takıldım, evet yaptım, Ferruh bey aa evet tabi ki yardımcı olurum size, ne demek, bir telefonunuza bakar, hemen gelirim dedim. Şu bizim yüksek lisans işini de bir halletsek dedim, güldüm arkama sığındım, Birgün gazetesini okudum, çok sıkıcı, Yılmaz özdil okudum, abartmış canım, cumhurbaşkanı adam, ne demek öyle göstere göstere sigara içmek, hem kapalı alanlarda sigara içmek yasak, çok destekliyorum, dedim. Yaptım bu kadar düştüm. 

Geri döndüm. Etim izin vermedi. Ölen işçileri düşündüm, su daha yükselmesin diye boruyu kaldıran anne fotoğrafını gördüm, ağlayamadım, ne anneler gördük, daha ne kadar göreceğiz, akşam oturup LCD tv'mizden kalktığımız hemen orada unutacağız, sabah hiç bir şey olmamış gibi kalkacağız, sonra bunu herkes okusun diye facebook gönderisine dönüştüreceğiz o annenin fotoğrafını. 

Bir gün intihar edeceğim. Bunu ilgi çekmek için diyorum, oh no, depresif abimiz triplere girmiş demeniz için. Belki Hamide arar, Ouz arar, Ezgi, Münevver, Seçil, Meriç, ah Meriç seni özlüyorum ne çok, Tuba arar, sonra lafı saplantılı aşkı Nedim'e getirir, geçişir, Eren arar, seni ciddiye alıyordum ben der, ailevi problerim vardı anla der, Öbür Eren arar, ah Eren benim biricik olmayan ilişkimin sevgilisi, bilsen sana nasıl bir hikaye öğüttüm, nasıl bir hayat düşledim ikimize, nasıl çirkinim böyle, sen nasıl asilsin, sen nasıl zengin oldun böyle, Roboski'de çocuklar için eylem yapıyor musun hala? Seni görmeyişim Roboski Katliama eşit,  Tıp'ı bitir, heteroseksüel diye bir şey yok gizli eşcinsellik var Eren,  zihnim dağınık sana toparlanamıyorum, mektuplarım sendedir, içime ak,

Haziran diye düşünüyorum, ya da öteki sonbahara, kendimi hazırlıyorum ölüme, borçlarım var, sanki ne, neymiş, 
Nuriye abla Faulkner'i bitiremeyecek, Ses ve Öfke'yi çok seviyorum, o kitabı çok seviyorum, 

Yakup geber!


2 Ekim 2014 Perşembe

Hayata Dönemeyiş


                                                                     Veli Saçılık'a,

Hayata Dönüş Operasyonuyla tanışmam patavatsızca oldu. Lisedeyim. Komünist diyorum o aralar, sosyalizm filan feryat figan tartışıyorum arkadaşlarımla. Ezgi'de Okul ve Ülke dergisi satıyordu, ondan alıp okuyordum kana kana. Aç. Sosyalizm mücadelesi veren yalnızca Ezgi değildi. Psikolog vardı. O küçücük şehirde duvarlara afişler yazmaktan geri durmayan, bağlı olduğu sendika için rapor almaktan çekinmeyen gözüpek, gözleri mavi, hareketli ve mizaha düşkün bir Psikolog Cumali abi. Gerçi mesleğiyle anılmak istemezdi, işçi filmleri festivalini getirmişti şehrimize onunla anılmak isterdi. Ah Yol filmini ilk orada izlemiştim. Derme çatma bir okul salonu, az ilgisiz, Yol filminde "Diyarbakır" kısmına "Kürdistan" yazısından korkan bir seyirci kitlesi. Lisede onun hastanedeki odasını arşınladım hep. Taşrayı canlandıran bir enerjisi vardı, bunu şimdi yazarken anlıyorum, o mutsuzdu çünkü, Ankara'da yaşamak oradan mücadeleye katkı yapmak isterdi. Benim şimdi istediğim hayatı o da isterdi. Sanırım ondan etkilenmemin bir sonucu bu. Odasının kapısında saatlerce beklediğim olurdu bazen. Sorularıma cevap bulmak için. Her şey ile ilgili sorular sorardım, abimin işsizliği, ablamın apolitikliği, erkeklere aşık olmamı, Tkp'yi, Ödp'yi, Kürtleri, alevileri, Muhsin Yazıcıoğlu'nu, çalıştığım avukatın tacizlerini ve Hayata Dönüşü.. 
Hikmet Sami'ye, Bilkent üniversitesinde konferans çıkışında,  önceden Tkp üyesi, sonra DHKP-C üyesi bir hukuk öğrencisi - Kızın ismini hiç unutmuyorum - bombalı saldırı düzenlerken, bomba elinde patlaması sonucu yaralanmıştı. Yılı hatırlamıyorum. Dershanedeyim o gün. Solcu olduğumu bilen, aslında kendisinde kabul ettiği makul sebepler varken sırf baba faşist diye faşistlik yapan haberi yeni okumuş bir dallama; -zaten haber o zamanlar cemaat-akp çatışması olmadan, "zaman" gazetesinde verilmişti. Baş sayfa haberiyle. Kız sedyede fotoğraflarıyla- "baksana senin solculuk anlayışın bu, eski bakanlara bombalı saldırı düzenlemek, üstelik tkp üyesiymiş" dedi. Utanmıştım az. Hikmet Sami'yi tanımıyordum. Bu dallama haklı olabilir miydi? Sol ve şiddeti yan yana kullanabilir miydik? ya da ben kendime solcu diyorum ama bir insana şiddet uygulayamam ki? Nasıl? 
Soluğu Cumali abi'de almıştım. Başka bir konudan konuşuyorduk, sonra ben "bugün haberlerde Hikmet Sami'ye bombalı saldırı düzenleyen kız solcuymuş, sen de solcusun, yani sen de.." gözünün eriydi. Susturdu hemen beni. Çocuktum ben. Bu ülkede Sivas'ı, Hayata Dönüş'ü, Maraş'ı, Çorum'u, öğrenemeyecek kadar çocuk. Neler olmuştu bu coğrafyada? Bizi işsiz bıraktıkları gibi hem de öldürüyorlar mıydı yoksa? 
"Hikmet Sami'nin kim olduğunu biliyor musun? Ben de şiddet onayladığım bir şey değil asla. Ama ya o eski bakanın uyguladığı şiddet ne olacak peki, hayata dönüş operasyonlarında - operasyon?- ölüm oruçlarında yüzlerce kişiye işkence etmesine müsaadeyi o yaptı." "ateş yoktu ama yanıyorduk" diyen kadının fotosunu gösterdi. Sustu sonra. "Sincan'da bizde dışarıda girmiştik oruca. destek vermek için.Bize de dışarıda şiddet uygulamışlardı", göbeğindeki çizgiyi gösterirken. Odadan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum şimdi.
Korktum. Rüyalarıma girmişti, ablama soruyordum, abim sorularımın ısrarına dayanamayıp "ben hatırlıyorum, o eski adalet bakanının bok yemesinden oldu, hapishanelere iş makineleri giriyordu, yüzü yanan bir kadını filan çıkarmışlardı, hem oruç zamanında oruçtan vazgeçirmek için yan koğuşlarda hep kebap, lahmacun kokuları geliyormuş." diye kapatmıştı konuyu. Hayata dönüş ile ilgili Sonbahar filmini izleyene kadar o bahsi hiç açmadım. Bir de Barış bıçakçı'nın . Bir süre yere paralel gittikten sonra kitabının enfes  öyküsünde karşılaşmıştım.
Şimdi de senin kolu kesik bir halde, kartona yazdığın "köpeklere verilen kolumun yerine tazminat istediler" yazılı  fotoğrafını görünce çocuk korkularım bir daha geldi sanırım. Bu ülke rahat bırakmayacak bizleri. Kabuslarımı bilinçaltıma bile itmeye izin vermeyecek. 
Kim olduğunu bilmiyorum, sen de beni. Kilometrelerce öteden yazılan bu yazıyı niye yazdığımı bile anlamak zorunda bile değilsin. 
Sadece sana karşı, koluna karşı sorumluluk hissettiğimi bilmeni istiyorum. Nedenini bilmiyorum. 

Sahi Veli, hayat o güzel küçük, inançlı gözlerin bir o kadar da neden bu kadar hüzünlü?. 



1 Ekim 2014 Çarşamba

Kısa bir anı

                                                bu yazıda nokta olmayacak, geberin,


bir Dicle vardı, aptal Cihan'ın sevgilisiydi, Cihan Eren'in Tatvan'dan arkadaşı, ara sıra bize gelirdi Dicle için, Cihan'la sevişmek istiyordum, sonra sonra bu sevişme isteğim ikisi arasındaki aşkı görünce eriyip gidecekti, Eren kızardı zaten, neyse herkeste biraz var işte homofobi, "kendi ailesini, dostunu" koruma güdüsü ibnelerden, "kendi ailesi, kendi dostu"nun o şey olabilme ihtimalinden korkması, konumuz bu değil, dağıtma, Sonra bir gün bunlar ayrıldı, o ara aşktan çıldırıyordum, Cihan bir gece sabaha kadar hiç uyumadan Dicle'nin Havalimanına uçağı saatine yetişip konuşmak için bekledi, ben de, Şimdi neden beklediğiminin cevabını bulamıyorum, aşkın neler yapabileceğini görmek içindi belki de, ben de gittim havalimanına, havaalanının iki girişi vardı, birinde ben bekliyordum diğerinde Cihan, Dicle çok güzeldi, ince tel saçları, büyük gözleri, masum suratıyla, Sezin Akbaşoğullarını andırıyordu, Cihan ise tombul, tüysüz, beyaz kürt bir tip, Cihan'la Dicle'nin konuşmalarını uzaktan izliyordum, Dicle şaşırmıştı onun havaalanına kadar gelmesine, ne konuşuyorlardı bilmiyorum, ve ben ne buluyordum onların bu modernize olmuş aşklarında onu da bilmiyordum, bir güvenlikçiyle kesiştim onları beklerken, Cihan vardı olamazdı, numaramı aldı, aramadı sonra, Dicle geri dönmedi, Cihan konuştuğu için rahatlamış görünüyordu, içinde çürümüş bir elma vardı ama, hissettirmemeye çalışıyordu, otobüs boştu, Kızılay boştu, evrende yalnızdık, herkes şehri terk etmişti, bir bir sarı taksiler ışık misali çıkıyordu ortaya, soğuktu hava, çok soğuktu, Cihan'ın omzuna koymuştum başımı, Cihan dünyayı görmüyordu, aptaldı, omzuna koymam onunla sevişmek için ara yol bulmam değildi, ona acımıştım ondandı, ben de çok seviyordum, Ankara soğuktu, olaydan günler sonra Dicle'yle oturduk, 

bir Dicle vardı, o cafede, küllükleri metal olan, dörtgen ve köşeleri hafif içeri doğru çukur küllükleri olan, kahvehanelerde bulunan cinsinden, Yakup bazen sigarasını bitirince o küllükle sigarasının izmaritlerini bir kenara toplardı konuşurken benle, Dicle anlattıkça nedense, ağlamaya başladım, Dicle İstanbul'da yağmur altında saatlerce beklediğini, Cihan'ın kendi çalıştığı bilişimle alakalı sivil toplum kuruluşundaki kızlarla fingirdeşmesini göz yumduğunu ama onun bir ödevi için erkek arkadaşıyla konuşturmadığı gibi bildik "erkek" şeyler anlattı, dedim ya cihan aptaldı, bir gece bekareti tartışırlarken, "bu evde anarşi var, bu konuyu konuşamazsınız, defolun evimden" demiştim de, aramızda en anarşik en sert çıkışı o yapmıştı bana, Cihan bunları bize anlatmamıştı, Çok değil Eren'le Cebeci'de yürürken onu yeni erkek arkadaşıyla gördük, Dicle utanmıştı az, Acaba ödev yapmak istediği çocuk bu muydu, takılmadık, espri bile yaptık, Cihan bana kaldı gibisinden, Cihan'ı son görüşümdü o havaalanı, Dicle'yi de Ankara'da karşılaştık bir iki kere, üstü kapalı okul, bitti, mezun, sınav, kelimelerden ibaret konuştuk, o cafedeki küllüğe başkaları topladı sigara izmaritlerini, 

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Kimlik Siyaseti LGBT hareketi Sınıf Bilinci


Özgürlük ne biliyor musun özgürlük günde 14 saat direksiyonun başında olmayıp seni doya doya sikebilmek istediğin kadar zaman geçirebilmek kahvaltı edebilmek özgürlük gülüyor uzz karanlıktayım hızlı hızlı yürüyorum pantolonum etimi iyice sıkıyor demirlibahçe sokak lambaları çok güzel kafam güzel yine de birilerine sataşmaktan korkuyorum barda kavga çıktı yine orospunun çocukları ver ulan paramı dümbük sadece oral elliden başlıyor güzelim condomsuz icabına bakarız artık fiyat artar arkamdan ıslık sesi adımlarımı hızlandırıyorum ıslık susmuyor arkamı dönüp bakmaya mecalim yok biraz da ısssslıııııııkkkkkkkkk ne var lan onun yanındaki denyo dangalak neden izin verdi ki onu görüyorum utanıyorum utanıyorum sokak lambası olsam küçükken sokak lambalarını severdim o gözleri yaza biber yapar gibi gözleri kömbe vurur gibi kalıba tak tak tak fırında bekleyiş gibi denyonun yanında olmasına susuyorum korktum diyorum korktum ayrılıyorum yanından gözleri o kadar güzel ki dağların hüznünü almış diyor biri ahmet kaya türküsü çalıyor ahmet kaya kirli sakalı sigara elimde bak doğan evli adamlarla yapamam artık kar çok güzel yağıyor ankara'ya görüyor musun pastaneye gel taze portakal suyu seversin sen doğan bana bunu yapma hem ben başkasına aşığım o kürde mi o bölücünün evladına mı dümbüksünüz oğlum uzatma lan var mı lan boynumu öpme doğan bırak o seni öpmüyor değil mi öpmüyor ibne sensin oğlum biz olmayacağız o kokuşmuş ciğerci kürt de olmayacak sen sen ben değil özgürlük bu işte senin üzerine boşalmamız pastanede öğrencilere kıymalı börek vermek özgürlük yatağa bakıyorum karısını da burada severek yapmıyorum diyor bacı kardeş gibiyiz onla peki o erkeklerle yapıyor mu dersin oha lan nasıl laf öyle ben yetiyorum yani tamam senle yapıyoz ama ufffffff kesss doğan sen git karına yet yettin artık sınıf bilinci olmayan özgürlük özgürlük değildir eşitlik olmadan özgürlük olmaz bırak oğlum bu ortodoks laflarını dilimizi konuşamıyoruz açız ama açızz aççç işsiz işssiizzzzz sizzzzz omuzlarına çıkmamı mı istiyorsun bu nasıl fantezi ankara bayındır sokak ilkokul önü çaycı vardı bir heykel var orhan veli mi ne ismi tkp'liler eylem yapardı yeşildin yeşil kapşonunu kokladım çok çay içtik eren de vardı doğu'dan büyükşehire göç etmiş kürdü oynuyordunuz bense açı aç parasız sakarya da apışarası kokan erkeklerle karanlık iş merkezinde oynaşıyordum çankaya belediyesi kültür işleri binası olacak sonra her yeri döl kaplayan yeri kültür binası yaptılar tkp'liler bildiri dağıttılar bize sana erene sonra ben bir zamanlar koşturduydum dedim kavga ettik ulucanlarda bir evimiz olsaydı sarhoşlar saldırırdı bize seni korurdum delikanlı ol lan sakalın var hepinizden delikanlıyım ben oğlum aşağılık veli'ye hanginiz başkaldırıyorsunuz lan erkeksin omuzlarına çıkıyorum oluyor mu evet aşkım böyle devam et paramı vereceksin ama bak tamam oğlum mahvetme şarap ısmarlayacağım can dostlar bar sesi güzel erkek var orada kürtçe ağıtlar söylüyor seni seviyorum bu adamın içli sesi kadar seviyorum yeşilini senin olmak isterken senin ciğer kokan ağzın olmak istiyorum iş buldummm fotokopi okuldayım artık eren banktayız çayçı kalkmış zabıtalar cafelerde için çayı diyor bize para kazanıyorum kapitalizm çay içmemize bile engel oluyor heykel halen orada iki genç kızın filmi gibi hayatım bir keresinde öyle demişti behiye behiye biri demişti festivalden çıkar gibi yüzün iyi bir filmden sonra bira içer gibi soğuk bütün bunları anlatacağım lan yazar olacağım seni rezil edeceğim önce kendimi senden bir bok olmaz olmaz mı faulkner olacağım taparcasına seviyorum onu oğuz atay faulkner sen kimseyi sevemezsin oğlum omuzlarıma evet ayaklarını sürttttt işşşşttte böylee hmmm mmmm evet para tamam lan anladık ankara bir evim olacak quentin'im ben nasıl faulkner nasıl bu kadar güzel yazarsın benjyyyy kurtar bu ülke kocaman katliamlar ülkesi kuzenim bu sana benziyor çok benziyor kaderi benzemeyecek ama sincan'da müebbet yedi tokat'tan kaçtı dağa sana yeşiline benziyor bu neden getirdin bunu buraya peşime takıldı sakaryada ıslak çiçekler var çiçekçiler o köprü var köprü merdiveni var yanında şımarık bir mağaza var orada çömelişimiz var orada gündüz var orkideleri kimse almıyor abi nejdeti bekliyoruz kirli sakalın var saçın dağınık sana inanmayacağın bir şey söyleyeyim mi yakup var yüzün yüzün yağmurdan önce ben sana aşığım nasıl nasıl nasıl yani aşığım işte nasılı yok çiçekçiler çiçeklerin kokusu ıslatıyorlar yanında işhanı sikişmem geliyor iki ay önce inanmıyorum inanmayacağını söylemiştim şaka yapıyorsun değil mi yani sen şey misin evet ben işte oyum şeyim şeyim ben şeyim neyim sen nesin işte ben oyum sana senin yeşiline aşığım olmaz gidişin gidişin you know lgbt hareketi kürt hareketi sınıf bilinci translar öldürülüyor nefret cinayeti mumlar yüksel caddesinde molotof kokteyli bak doğan ben yokum ben kayboldum diyarbakır burası bu köy taş malı taşşşşşşşş   şşşşşşş  çer mik mik 
çerçer çer çer mik otogarda tinerciler anlamıyorum dillerini yakup ben neredeyim özgür kürdistan topraklarında siktirme lan kürdistanı pis bölücüler uyuşturucu mücadelesiyle ulus mu kurtarılır lan kimlik siyaseti lgbt hareketi sınıf bilinci burası hindistan oğlum ne kürdistanı izmir paris diyarbakır hindistan hah hahaha ha ha siktir lan buradan seni bir sikersem görürsün ufff uzattın gidiyorum ben kurtuluş parkı karanlık soğuk metro çıkışı beyim bir bakar mısın sigara alır mısın bana git başımdan lan ibne kimlik siyaseti lgbt hareketi sınıf bilinci kuzenim mervan mervan mı o da ne mervan sen yakupa çok benziyorsun ibne misin lan sen niye sikecek misin hayat niye bu kadar acı mervan kuzenin yakup niye bu kadar hüzünlü ezberci sisteme karşıyım hocam senin ulusalcı fikirlerine de bu dangalakların ulusalcı fikirlerine de tek millet yeryüzüdür yürekli düşünüldüğünde demiş iskender babamız çık dışarı kaldın hadi lan ordan ben seni bıraktım özcan ılıksın ılık çok ılık suratın onu anımsatıyor memur özcan ben özcan ben biraz sessizim keşke ben de öyle olsaydım özcan özcan zihnimi sustursaydım eğer zihnim hiç susmuyor özcan seni düşünüyorum karını misyoner pozisyonda sikerken ne kadar zevksiz olduğunu düşünüyorum sikişmenin sadece üremek olduğu anlatılmış sana özcan şükür namazı da kılıyor musun özcan ben biraz sessizim on iki yıldan beri hep aynı yerde kalem de çalışıyorum sağlık kurulu kalemi özcan ouz ouz bir ouz vardı ouz vardı dı var ouzun açtığı yara hiç kapanmadı ki ki ki k iiiii bir şey yap kalk kalk kalk kalk dünya filistin ağlayan babalar babalar baba bir baba tanrı olsaydı sosyalizmi icat ederdi oğlum filistin mervan mervan bir ev boşşşş ouzyakup özcan yeşilırmak derler ki dersim'den göç ederlerken samsuna halk katledilenler yeşilırmak'a dökülürmüş kan kıpkırmızı o yüzden pis yeşilırmak ben bir fotoğrafın yansımasıyım ben sadece quentin'im faulkner'in yazdığı. 




buna zaman ayırıp okuduğun için teşekkür ederim sana ey okur. 


7 Temmuz 2014 Pazartesi

Yalnızlığın çaresini bulmuşlar ya da şekersiz çayın hikayesi



                                          Bu hikayenin arada kalan kahramanı M.'e



Bu Şarkı çalıyordu. 24 Aralıktı. Hava çok soğuktu.

 "Keşke evimiz de bu kadar ısınsa"  demişti o oturduğumuz ikinci el koltukları bulunan müşteri "profili" genelde öğrenci olan o cafede. Son kez oturuşumuz bu. Biliyordum. Geç kalmıştı. Staja gitmemiş o gün. Memur olup da çalışmayan cinslerden olması üzüyor beni. Erteleyecek hep işleri. İmzaları son 15 gün içinde atacak. O da gelen evrak 15 gün içerisinde cevaplanmazsa yasal uyarı yememek için yapacak

Cuma namazı da kılar mı?

İki gün önce sinir krizi geçirmiştim, karşımdaki adam için. Çaya şeker atacak iken tam o sırada işte bu şarkı çalındı kulağıma;

"Korkma, artık öldüm bizim için.." 


deyişini duydum bir türlü sevemediğim, şarkıları ciyak ciyak bağırarak söyleyen grubun. 

hüzün illa bağırarak anlatılmaz ki!

hamide  de ne düşünür acaba bu grup için? O zamanlar hamide yoktu. Ankara'da arada sırada beresiyle karşılaştığım liseden kalma bir figürdü sadece, bazen Ouz'u hatırlatan. Dur deseydim Hamide, ...dur.. Çaya şeker koyamadan ; 

"Sen şekersiz içtin çayı, demli, senden bana bir şey kalsın, çayı ben de şekersiz içeceğim bundan böyle" 

dedim. Acıydı. 

Ve bu şarkı kaldı o günden geriye. Bir de soğuk, titreten Ankara.

"İnandığım tek şey sensin, fahişelik bile yaparım senin için, kimseye bir şey söylemek zorunda değilsin, yanında mandal gibi taşı beni, arada götümü sikersin istersen ya da yapma, ama beni yanına al"


"Bırak bu masumiyet filmlerinden fırlamış replikleri. Hayatı filmlerdeki ve romanlardaki gibi yaşamayı bırak." 

gerçek hayat ne biliyor musun; siz andımızı okurken, biz okumamak için dayak yiyp, kuzenimin sırf bunun için Sincan'da çürüyen bir gençliğe sahip olması, ezilen halkın haklarını yıllarca size öğretmeye çalışma yalanları; gerçek hayat, bu mastürbasyon bölümünü bitirip, göbeğimi büyütüp,...

bunu demedi. Davrandı. KPSS çalışıyordu çünkü, dün gece sinir krizi geçirirken ben halı altına serilmekten tozlanmış tarih sorularında ileride kuracağı hayatı belirliyordu. Şarkı bitti. Sigarası yoktu. Tedbirli gelmiştim. Çoğunlukla olmazdı sigarası. Utandı paketten sigara alırken. 

"Çok hakkın geçti bana şu sigara muhabbetinde" 


"Yok geçmedi" 

"Lisede bana hiç harçlık vermediler, lisede başladım bu sigaraya, birkaç arkadaşla. Otlakçı dediler hep bana. Sam, Yalçın, Fatih'in iğrenç ıslak dudaklarından bana arta kaldı hep son tüttürüş. Sam, Yalçın, Fatih en son bana dönerdi." 

Ouz? O an aklıma gelmişti.

"İşte sana onların diyetlerini verdim, sana, Hasan'a"

Bu samimi itirafım onu açmış olacak ki; az önce şekersiz çay muhabbettine son vuruşu yapıyor; 

"Yatılı okuldaydık, çayı bize içine şeker atıp demlikle verirlerdi, tek demlik, şekerli olurdu çay, ne zaman şekerli çay içsem yatılı okulu hatırlarım, sonra şekerli çayı bıraktım"

Sarılsam ona. Öpsem. Hep başkalarıyla seviştim. bitmesin istiyorum, gözlerimle kaydediyorum cafeyi, her ayrıntıyı, kırmızı koltukları - sonra değiştirecekler o koltukları- yan masada bir simit ve çayla sosyalizm tartışan siyasal öğrencilerini, emekli bir amcayı, bir çift öğrenciyi, el ele tutuşlarını, tavla oynayanları, 

"Münevver'den duyarsın benle ilgili şeyleri, arama beni, istemiyorum, olmaz ki, olamaz, yani hayatlarımız bile farklı,"

Masum bulmuyorum onları, korkak buluyorum hepsini, pazarcı Kemal'i hatırlasana, Kurtuluş parkının karanlık görünmeyen yerinde onun kucağında zıplarken, birden - orgazma ulaşacak iken -  kucağından atışını, sonra asla seni aramayacak şekilde kaçıp gidişini. Utandırmıştı onu erkekle sevişmek, gidip pazarda kadınlara sarkacak, erkek kemal..

Sigaramı ona veriyorum. Ben alırım kendime. Binlerce erkek sevgilim var, bir sevdiğim sensin, helal sana, tüttür anam! Fatih affet beni, 

"Ne gülüyorsun?" 

Fatih geldi aklıma, yüzü Soma Fatih, asi Fatih. Anlattığı seks hikayelerine inanmayışımız ama "harbi mi lan?" diye dinleyen ikiyüzlü şaşkınlığımız geliyor.

"İşte bu dengesiz halinde korkutuyor beni"

Sıkılıyorum. hesap soruyorum lan, dümbük! cevp ver!


"Eski sevgilin Münevver'le görüşecek kadar medenisin, onula el ele dolaşacak kadar modern, eski sevgiliden arkadaş olacak kadar large, you know, bana gelince ne bibikleniyorsun? Sadece koluna girmek istedim Tunalı'da. Arkadaşca. Neden?"

"Çünkü o kız, hem sana ne?" 

Haklı. Bu yüzyılların sorunu. Bu erkeklerin dünyaya işgal etmesiyle, yalan yanlış tarih bilgilerimizle kandırılmamızla ortaya çıkan havuz problemi. 


Ayrılıyoruz. Arkasından bakmıyorum. Sorum havada, ellerim ceplerimde. Onu son görüşüm olacak bu. 4 gün sonra Roboski anmasında yine soğuk Ankara'da, terli battaniyelerimize sarılarak, plastik bardaklarımızda içeceğim şekersiz çaylarımızla Eren'le tanışacağım. Şu an ne o yanımda ne de Eren. Uzundur seviştiklerimden bir Ayhan kaldı, o da gidecek. Ben o günü çok özlüyorum. Sadece o günü, o bir saati. O bir saatte Gripin ikimize de yalanını haykırıyordu.



"Yalnızlığın çaresini bulmuşlar."

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Yakın la yakın


Ayhan'la yataktayız. Çırıpçıplağız. Yatağımda uyuyan bir kutup ayısına benzetiyorum onu. yakın la yakın Çay içiyoruz, kaçak. Uzundur kullanmamıştım. Uzundur buraya da yazmadım.

Sivas'tan sonra yazılamaz! Soma'dan sonra otuzbir çekilir.

Ayhan terk etti beni. Sanki sevgili miydik? sanki neydik? sanki neydi? Çayı ondan istedi benden. Önceden "iş" bitince çeker giderdi. Şimdi çay istedi, sigara tüttürdü, dert yakındı, hayattan, üçüncü sayfa filmini anımsatmayacak bir monolog geçti aramızda. Antalya gidişte bir kadınla tanışmış. Namuslu. onunla evlenecek. Artık eskisi gibi -hatta hiç- görüşemezmişiz. Sana ben bakarım dedim. Evime baktı, sen daha kendine bakamıyorsun, kardeşlerine bak dedi, huzurevinde ölmek istemiyorum. o "işi" gecenin hatrına iki defa yaptık. beraber uyuyamadık ama. Yarın sabah gideceğim dedi. Aziz nesin nerede? nerede aziz nesin çıkmıştır, yok içerdedir. Ayhan'ı sevmiyordum. Ama belki bir hayatım olur, onun bunun dilinde salça olmamayayım, "ee eşcinseller de aile kurabiliyorlar mı ki ama"larına maruz kalmamayım istedim. Olmadı. Ayhan boynumu güzel öperdi. Bir adam boynunuzu güzel öpüyorsa, ya bir gün terk ederdi ya da sırılsıklam aşık olurdu size. Gir içerden yak oğlum, çok iyi görünüyor aferin, 

Münevver'le artık konuşmuyoruz. Terk ettim onu. Yakup'la görüşüyormuş. Ya da öyle hissediyorum  ve bu hissi sürekli yaşamamak adına terk ettim onu. Beraber Mardin'de yaşayacaktık. Olmadı. Yakacan ki bunları böyle, bez olacak ki bez.

Ankara otogarında sabah. Yaz da olsa soğuk. Ankara hep soğuk. Bugün 2 temmuz. Defterime bir şeyler karalıyorum. Defterime hep buraya yazacağım diye bir şeyler karalarım ama buranın başına geçince de başka şeyler yazarım. Yüksek lisans başvurusu yapmaya geldim. Gürültü çıkarmaya geldim! Yüzünde bir yer romanı elimde. Hava sıcak. Ellerinde giriş belgelerini katlayıp yelpaze gibi kullanıyor bekleyenler, bense okuyorum, ilerinin boktan sosyal hizmet akademisyeni olacak aydın sürüsü kitap okuyacağı yerde, yalancı yelpaze-giriş belgelerisi var. Aydın olmak sorumluluk ister, 2 temmuz lan bugün böyle plazası olan bir şirkete başvurur gibi..yakamıyorlar, gaz maz hiç bir şey yok mu? 
Bu ülkeye dair dertlerim var ve kurtulamıyorum bu duyarlılıktan, bir gün çıldırtmaktan korkuyorum, Soma'dan yeni geldim, acıyı gördüm, susan sontag, imre kertesz gibi, anlatmam gerek bunları, anlatmam için dışarıda burayı bekleyen bok sürüsünün sırf statü kazanmak için burada oluşları gibi değilim, çünkü dışardakiler gibi diğerleri anlatmam için buraya ihtiyacım var, kapı açacak burası bana, araştırmam, görmem için. İşte bunun için kabul etmelisiniz beni. dedim jüriye. kabul ettiler. Allah'ım cehennem ateşi, içeriye beni de! 
"Auschwitz'den sonra şiir yazılamaz" demiş Adorno. Ya Sivas, Dersim, Maraş, Soma, Kozlu, Taksim? Kafirlerin ateşi işte.

Ben Ouz'a aşıktım. Dünyanın azınlık ordusuna ilk kötülüğünü Hrant öldürülünce hissettim. Orkun denen idiot'un müzikçalarında beyaz bereliye şarkı yapan şarkıcıyı dinlerken Ezgi'nin aniden defterlerini sıraya vurduğunda anladım. Dünya erkeklerin ve Onların dünyasında. Sadece işçilerin ezildiğini sanıyordum halbuki. Üniversiteyi kazandığımda o solcu geçinen parti kirpiğime sürdüğüm rimeli dert edindiğinde solcu da olamadım. 

O zaman dedim ben de hiç olurum. hiç.


ben      ayhan'ın yatağında       ayhan'ın bir gün terk   edeceğini    bile bile          otuzbir malzemesi                               hiç          oldum      sonra 

             ben            yakup'un           gözlerinde kaybolacakken                     bir hayat belki     iki    demli çaylı     bir     hayat kuracakken     yakup'a     peynir    ekmek  kesecek    iken         hiç      oldum sonra

ben      Ouz    bana     arkadaş  olacak     iken      tempraaaa    araba ile     dolaşacakkk iken     hiç    oldum  sonra

ben    Sinan      ile   İstanbul'da   balık    ekmek   yiyecek   iken  Eminönünde         hiç       oldum   sonra.   


Ben    Sivas'ım     Soma      edip'in      bir   dizesiyim   ben  Ahmet   Abi'yim


Kurtar aklımı  bu yapışkan cinnetten!
x

9 Haziran 2014 Pazartesi

DingilDoğum Günü

     Ablam bulaşıkları yıkarken onun başucunda durup da yarınki matematik ödevimde kitabım olmadığı için uyduruktan orantısız problemler kurgulayıp onları deftere geçirdiğim bir çocukluğum var benim. Hayat bilgisi için de Serda'ya gidip, Türkçe için ise Deniz'in "kaymakamlığa niye başvurmuyonuz siz"liğine katlanan bir çocukluğum. Ablam zeki değildi. Serda'nın babası da ona Arabistan'dan dönmeyeceği anlaşılınca Serda'nın abisi evin reisliği taslayıp beni evine almadı. Deniz'i ben bıraktım. Sonraki sene de kitaplar dağıtıldı zaten. Arkadaşlarım hep sıranın altında bıraktı ertesi günden lazım olacak kitapları. Ben bırakamadım. Kimse nedenini anlamıyordu neden taşıdığımın. ben dahil. Lisede Esma şakalaşırdı taşıdığım için. şimdi anladım. 

     Ablam yaz kızım oldu. bulaşık yıkarken yanında durmayacaktım, arada köpük sıçramayacaktı, taşan lavaboya küfür edemeyecekti, anneme bağıramayacaktı. Yorgun argın geldi eve üç aydır. Üç ay sonra evlendi bir yavşakla. Kurtulacaktım halbuki. İlkokulda kitap kabusum lisede "halk otobüsü" koşuşturmama dönüşmüştü. Ablam servis paramı verip, her gün önce metrelerce yürüdüğüm - bazen koştuğum - sonra tıkış tıkış bindiğim demirçelik işçileriyle beraber s.klerini bana sürtmelerinden kurtulacaktım eğer o yavşakla evlenmeseydi. Aç kalmalarımı, orospu çocuğu şişko sağlık meslek lisesi müdürünün çocuğu Fatih'in ağzımın açlıktan kokmasını şikayet etmelerini, Cuma'yla - ah seni çok özlüyorum Cuma, çok - peynir ekmek sulu limon içmelerimi saymayayım bile. Cuma şikayet etmezdi hiç. Zeki insanlar şikayet etmezdi. Zeki olmayanlar yavşaklarla evlenirdi. Ben peynir ekmek getirmezdim. Ouz'a çökerdim. Hem de beyaz müzikçalarına da. geceleri de babamın bira için bakkal Seyfettin'e gönderdiği yollarda Ouz'u düşünürdüm. 

      Ablam başbakanı dinledi üç çocuk yaptı. Ben de üniversiteyi kazandım. Bedenimi tanıdım. Korkunç parasızdım ve bu sefer ablamın beni kurtaracak ümidi bile yoktu. Çırılçıplaktım. İlk sınıfta tanıdım bu yazıya konu olan çocuğu. Ablamla bulaşık yıkayıp matematik ödevlerime uyduruk problemler kurgularken o Çermik'te öğretmen lisesi'nde porno dergilerine bakıp ergenliğini doyuruyordu. 

     Ouz'a benziyordu. Beyaz müzikçaları, iyi giyimli haliyle değil, üstü yağmalanmış bir Ouz bu. Gözleri o kadar masum ki ağzımın kokusunu duymuyordum. Ulucanlar'da sarhoşlara meydan okuyan pislik bir evde düşsel oyunlar geliştirdim ona. Çok aşıktım, o benim olmayan tanrımdı.
Tanrı yoktu. Kaymakamlığa başvurup, fakirlik belgesi almamız gerekirdi tanrının yokluğu için. 

   Ben artık kimse aç kokmasın diye bir halka inanıp ablamın kurtamadığı beni o halkı kurtararak diyet ödeyecektim. Ouz'a benzeyen dingil eğer rahatına düşkün olmayıp dünyayı dar edecek kadar heybetli olduğuna inansaydı eğer. Ben inanmıştım. Sincan'da cezaevinde yatan kuzeni de inanmıştı. 

    Cuma zekiydi. Ablam ve dingil zeki değillerdi. Ablam malum. Dingil de social worker olduktan sonra Araba alıp Sincan'daki kuzenini çatlatıp, otel lobilerinde verilen s.kten bakanlık eğitimlerinde tayin işlerini tartışır oldu. 

    Bugün ayçiçeklerin güneşe döndükleri gün. onun doğum günü. beni evden kovalı 1. yılı. onu tanıdığımın 6. yılı. 
     
    onun ise 27. yılı. Ama bir Kurt Cobain değil. 

29 Mayıs 2014 Perşembe

Düzelemeyeceğim

Ayhan aradı. Sevişeceğiz. 


Mahir Ünsal Eriş bitirdim. Harika bir öyküsü var - aslında çoğu harikaydı - "Kimi sevse gülseren" diye, kendimi yakın hissettim o öyküde aptal Gülseren'i. İçim titredi. Hasan'a mesaj attım, cevap gelmedi. Gülseren'de ben de sevmeye açız, sevilmeye değil, sevmeyi sevilmek için kullanıyoruz. 

Ayhan'la telefonda seks yaptık. "Bir hayatımız olsun" dedim. o "ne yapalım evlenelim mi?" dedi. " Hayır, yani, çay içebiliriz, (ben onunla içmedim hiç çay. İstemedim belki de.) yemek yeriz, Dikmen Vadisi'ni dolaşalım en azından" dedim. Sesi s.kinikaşıyanel kokuyordu. "Aşkımm seni düşünüyorum" dedi. Anladım. Bitmesini bekledim. bitince de nezaketen olsa gerek beni Bodrum'a götürmeye söz verdi. Kapatırken de pis pis bir de "ıslak ıslak deneriz şu işi" dedi. Birkaç gün önce de mısırcı terketti beni. Berbat bir yerde kalıyordu. Çekyat iğrençti. Yapamadım. Üstelemedi. Aramadı da bir daha. Meydan'da mısır satıp yenilerini bulacak. 

Bugün Gezi tarihi. Ankara'da başlangıç tarihi. Biber gazından Kolej de sıkışmama iki gün var. Öleceğiz lan burda diye bağırmama iki gün. Kuğulu'da Direniş var çadırlarımıza da 5 gün. Eren'le sevişmemize 7 gün. geçen sene bugün. Polisin gelip de çadırımı yıkmasına da 8 gün. 

Döşeğimde ölürken'i izledim. Kitap kadar olmasa da olmuş bir film. Sonuçta bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bir kitabı filme almak zor olsa gerek. O zor işin altından kalkabilmiş bence Franco.( Filmle ilgili bir sürü yazı var bloglarda, burası "okuduklarımı, filmlerimi paylaşıyorum, çok kültürlüyüm" blogu değil. gidin oralardan okuyun. Ki zaten iyi bir yazar olamayacağım, olan olmuş, çok iyiler var, Paneller, söyleşiler düzenliyorlar. Ben sadece kendi payıma düşenleri az az veriyorum. Burayı "seks günlüğü" şeklinde de değerlendirebilirsiniz. En iyisini siz bilirsiniz.) Döşeğimde ölürken'i bir daha okuyacağım. Anse karakteri oscar almalıydı. Vernon Toll da evet şişmandı ve beğendim. İyi yürekli komşu. 

Düzelemeyeceğim. İçimde bitmeyen bir tıkırtı. Şizofrenler ses duyarlarmış, merak ediyordum nasıl sesler acaba? Virginia woolf da duyardı. yazmaya bu yüzden başladım. Artık okunmak bile umurumda değil. Sadece içimdeki tıkırtı sussun. Buradaki adamlar gibi "ne vardı birader?" diyecek kadar önemsiz olmak istiyorum. Kaba. Nobran. o zaman bırakırım. yazmayı da okumayı da. Göbek bağlayıp dizi izlerim. Ayhan'la da sevişmem. Günah. 

Düzelemeyeceğim. Burcu'yla kavga ettik. Başım ağrıdı. 12 saat uyudum sonra. "sana güvenmiyorum, oradan bakması kolay, götünü kurtardın sen, şimdi beni mi eleştiriyorsun? Sen de bu kampta neler çektin?" dedi. Ben yalnız bir kadınım. Suratıma otuzbir çeker gibi bakan erkeklerin biriyle yatmayı reddettiğim için çekiyorum. Ama kamp, peki çocuklar, onlar için çalışmalısın bence burcu. İnan bana sandığın kadar götü kurtarmış değilim. Kendinle bu kadar meşgul olmak dünyaya haksızlık. Camus'a. bak ne demiş varoluşçu güzel biraderimiz. Kendini kurtaramıyorsan, başkalarını kurtar. İntihar etmen için ille de ölmen gerekmez. 

Burcu beni aramaz. bilirim. Mısırcı da aramaz. Burcu artık duygularını boşaltamayacağını anladığı için aramaz, mısırcı da döllerini. Burada iyi değilim ki. Psikolog Diren Hanım çalışmıyor diyor. doğru. Çalışmaya kalksam da bir sürü bahane sürüyorlar önüme. Burcu çocuklarla yakan top oyna demem beni güvenilmez yapmaz. Mahir Ünsal oku o zaman. Gülseren'e sen de acırsın belki. 

Çingeneler yazım yine kaldı. Affet okur. (kimsen artık?) Öykü yazmaya başlayacağım. Çabalayacağım. 

Burada biri var. Y.'ye benziyor. Fiziksel olarak değil. Hareketleri, mimikleri, yüzündeki jestleri. Sigara içişi bile. Kalem odasına bir anda girip, "Pardon, ben hastamızın.. şey,, " gerisini getiremedim. takıldım. içim titredi. kekeledim. Yüzü. Şaşırdım. Bozmadı o istifini. Memur olmamın kuralları. Bir: Hiçbir şeye şaşırmayacaksın. Yüzyıllardır oradaydı o. Yüzyıllardır tek işi olan evrak imzalamayı yapıyordu. Umarım yine bir aşk vakası yaşamam. Bıktım heteroerkeğeeşk besleme durumlarından. Hiçbir heteroseksüel erkek masum değildir. O zaman bıktım korkakerkeğeaşk besleme durumlarından. Onu tanıdıkça buraya yazmayı düşünüyorum. Yeni bir kahraman doğdu: Özcan. Memurmen. Gelip beni kurtacak bu kerhaneden. Kırk tas su döküp evinin kadını yapacak olan bir kahraman olacak ilerleyen günlerde.

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Yazılamamış bir Çingene Ağıdı

                                                   SOMA İŞÇİLERİNE;
           

Ayhan gelmedi. Sevişecektik. Haftasonu uzun. Yataklarımıza çıplak uzanıp sarılıacaktım ona. İhtiyacım vardı. Çok. Israrımı anlamadı. Önceden daha serttin şimdi niye bu kadar istiyorsun kız? dedi. Sustum. Birine sarılmaya istencimden katlanacaktım sana diyemedim. 
Neden Soma'ya gitmediğime kızdım, kızdım sonra birçok şeye, Sosyal Hizmet Uzmanlar Derneği denen o kendinden menkul Cehapeli Dernek başkanına maillerime cevap vermediğine kızdım. Halbuki Gezi'de dernek ofisini beklemek için ne de çok arardı. İğreniyorum. İkiyüzlü olmalarından. Hepsinin. Telefonda seks yapalım diyor. S.ktir ulan git dokuzyüzlü hatları ara! Kendilerine güvenlerinden. ikinci el metres yalnızlığı bu benimkisi. O derneğin çağrısıyla değil de kendim kalkıp gitseydim Soma'ya. 
O kadar kişiyi aradım ki bir haftadır. Erdal'dan başlayayım. Mülteci Kampındaki ekip başkanımız. Kızılay. Hani Türk olanından. geleyim dedim. İzin almak zor olur. Başhekime çıktım. İyi düşünmüşsün ama yazı gelmeden bir şey yapamayız, bir de sen aday memur... Basın açıklamalarına da gidemedim. Sersem gibiydim Amasya'da. Zeki'ye kaçmak istedim. Onunla basın açıklamalarına gitmek güven veriyordu hep, aday memur olsam da. biriyle tanıştım sonra. Maveraünnehir nereye dökülür? dedi. Çok konuşuyordu, sıkıldım. Solgun bir halk ayaklanmasının kalbine dedim. Sustum. 
Erdal tebrik etti beni. Çok duyarlıymışım. Kurtulmuşum. Sağlık Bakanlığı iyi gelecekmiş bana. Doktorlar bizi eziyor Erdal bey, Erdal Mülteci kampında kendisine yavşadığımın farkına varmış olmalı ki sesi seks kokuyordu, titrek ve bir incelip kısalan bir ton. Anladım. Bir gün gelebilirmiş Amasya'ya. Ararmış beni. Erdal seni bunun için aramadım ki, ama gel, gel de senin de sofrana meze olayım, senin de göbeğinin ağırlığını arkamda hissedeyim tiksineyim hemen. Sıra ben de diyerek korkutayım seni. güleyim. Sarılmak nedir bilmeden git duşunu al Erdal, sevgili başkanım iken kalkan resmiyeti duşta iyi temizle, 
Soma yandı lan! somayandılan. sormayankalmadı. 
Ne çok özledim bu hafta birilerini. Aramak istedim. Kurtarın cinnetimden beni, burcu aradı. Mülteci kampımda mutluydum ben aslında diye bir cümle kurdum. Hah! Birgül Oğuz okudum. beğenmedim. Ukalalık ettim. Hah! Yas tutacak o kadar şeyimiz oldu ki birgül, ı've got a in my mind dedi hep lana bu hafta. deneyeceğim zor olsa da dedi. 
Samsuna'a kaçtım. Otogarda tanıştığım biri arabasına attı beni. Oral istedi. İğrendim. Yaptım. Mısır satıyordu. Kokuyordu pis. Ölsem ben, 
Kör Baykuş'a başladım. Yaralar vardır diyor, yaralar. Sadık Hidayetim bu gece. Sadık Hidayet. Lana Del. ı just ride. just ride. 
Kitap tanıtımları yapacaktım ben bu bloğa. Ahmet büke'nin buluttan buluta öyküsündeki roboski simgesini anlatacaktım. 
Sonra bir taslak halinde bıraktığım hastanede karşılaştığım çingene ağıtlarını yazacaktım. Yazamadım. Başarısız bir imgeyim ben. 
Soma Halkı. Yanındayım. Soma. yan. yan.ımda. yım. 
Kelimelerim bir daha düğüm düğüm olmasın. bir daha bu kadar kenetlenmeyeyim acıya. 
Bu ülkenin vicdanı nehirlere, iş makinelerine akmasın. 
Sinan. uzun konuştuk
 Hasan bir de. konuşacağım. 
Özge mail attı. biliyordum. Hissetti beni. 
Tuba aramadı. Erkeğiyle yine başı dertte. Şimdi soma dışında düşünebiliyorsun başka bir şey diyeceğim ona. konuştuğumuzda.
 Münevver. Kurul toplantısındaki iğrençliklerden bahsetti. Her yerdeler. biliyorsun dedim. Yeni bir şey değil. 
Erdem dönmedi daha ruh sağlığı merkezi'ne. Nadide bile kötüydü. 
Burcu. Kaçtı. Tatile çıktı. 
Ya ben. ben. ben. 
Döşeğimde ölürken'i beğenmemiştim. Faulkner'indi. Haksızlık etmişim sana, neden şimdi başyapıt bir eser dediklerini anladım. 
Germinal'i söylemiyorum bile. 

Benim annem bir balık!
                          Döşeğimde Ölürken.


İyi bok yedin Türkiye! 




3 Mayıs 2014 Cumartesi

sayıklamalar

                                                       gizem akdeniz'e
      Mutsuzum. nedeni yok, zaten bir nedeni olmasına gerek de yok, hatta bu cümleyi durmadan bir yerlere yazmaya da gerek yok ve sanırım bunu hep söyleyip duracağım, dır dırcı kadınlar gibi. Dır dır. kadına has değil sadece bunu belirteyim de bir aktivist oleraktan. sonra kızmasınlar. mutsuzmuş, "kim mutlu ki kim sanki ne anlamış mutluluktan" demiş edip abimiz. evlerden çıkmıyorum, gereksiz buluyorum. Sinan'la konuşuyorum, gazeteci olma hayalleri kuruyoruz. Çok sevdiğim dernekte işe girememenin hıncını paylaşıyoruz. Son kararım gazeteci olmak.
      Hamide'yi okuyorum tek. bir de öykü bazen. üstelik çok da zamanım var. Hastanede zaman öldürüyorum, öldürmeye de devam edeceğim. ikinci el bozuk bilgisayarlarda kısıtlı zamanlarımda da buraya yazmaya devam edeceğim. Hastanede giremiyordum çok, blog kapalı oluyor. bilgisayar almalıyım. İstemiyorum. Kağıt var. Kalem. Kurşun. Burcu'yu özlüyorum, çocukları. Kamptaki fotoğrafları google da arama çabam da boşuna olacak. Zaten sadece bilmem hangi bakanın ziyareti esnasında çekilen fotolar, haberler. Samimi olmayan. Yok artık sıkılıyorum, edip baba. 
      Biri hastane o kadar rahat ki rahatsız edici bir rahatlığı var oranın demişti. haklı. Ülkenin saç döktüren işsizliği karşısında rahatsız olmaya şikayet etmeye hakkım yokmuş gibi hissediyorum. Sigortam tam. Memur. 
      İntihar planları kuruyorum. Ölürsem Nadide Hanım ne düşünür acaba? Ruh sağlığındaki psikiyatr. Niye diğerlerini düşünmüyorum da Nadide Hanım? Şizofrenlerle keyif alıyorum, çok gülüyoruz, seanslarım çok iyi geçiyor, yarı zamanlı görevlendirilmem de koşarak gidiyorum oraya. MutlusaygıdeğerTarık Bey'im orada. Onların anarşist kendinden tavırları çok hoş. Biri bir anda sıkıldım ben deyip çıkabiliyor mesela, biri bir kelimeyi senin anlamadığını düşünerek bastıra bastıra söylüyor. Suriye'deki savaşı halen Irak sanıp, büsbütün buraları Iraklı bastı diyor. Saldırgan oldukları yalanmış, bir önyargıymış, hiçbir şizofren saldırmazmış sadece onunla alay ettiğini ve onu anlamadığını düşününce tepki verirmiş..Sanrılarını azaltmışlar. İlaçla kurtulmuşlar ya da bir süre. Oradayken öldürmüyorum kendimi. Sonra plan yapıyorum. Yeşilırmak'a bıraksam kendimi. Ama pis bir nehir. Asi nehri gibi. bu ülkenin nehirleri pis böyle. Katilam kokuyor nehirler. Üstelik öyle her şeyi göz önünde yapmak? Kredilerim var. Erteliyorum bir süre. Münevver'le konuşuyoruz. Konuşmamız artık suya yazar gibi. otuzbir çeker gibi. bir anlık. sonra cehenneme devam ediyoruz. 
     Ankara'ya gittim geçen. Mutsuz olmamın nedeni Eren'in sevgilisi olması belki de. ben onunla sevişme hayalleri kurarken o zaten kadınlarla sevişiyor. "aşık değilsin bence sadece ben mantıklıyım senin kafana göre, üstelik belki de ben sana öfkeli davranmıyorum, o yüzden bu kadar hoşlanman" ne sanıyorlar kendilerini. Doktor olacak. 4 çeşitli yemekhanelerde yiyecek yemeğini. bilmem kaç tl alacak maaşından, yalaka sekreterler peşlerinde. Yatağan işçilerin direnişine gittim. cılızdı. ah tekel zamanı. Ezgi'yi hatırlarım. neden hep direnişlerde? hep öyle olacağız sandım ne yapayım, ben hep Ankara'da Ezgi de hep direnişlerde eylemlerde gelecek ankara'ya, simit cafelerde bayat çay içeceğiz sandım. o babaevine döndü ben de atandım işte. 
      Sinan iş bulup yer yapacak bana, belki bir köşe. sonra para kazanırız bırakırım. "siyasi yaz taro, bu ara moda". Gizem hakkında yazacaktım, çocuk lan daha o. Penisin nasıl kalkar.? nasıl? Sonra öldürülen transı kaldırmayan ambulans şoförünü. Günah demiş. Günah o yıllarca başımızın belası sikin. tahmin edebiliyorum ambulans şoförlerini. bizim hastanede de var. yazamadım haklarında. durup düşünecek vakit bulmak istemedim. bira içtim şereflerine. Gizem çocuğumun. Akademi belki. Van'da Felsefe yüksek lisans. gelecek hayalleri neden kapımda sürekli. Anı yaşasam ya. bak şehir güzel. dolaş. sevin. telefon al küçük burjuva. 
      Buraya şarkı paylaşacaktım daft punk instant crush ama kullanmayı yeni öğrendiğim için paylaşamıyorum. Ya da paylaşabildim mi? böyle ortada. yaşam beceriksizi. Kurşun kalem silgisi. Hamide'yi de bunun için aramak saçma. Gerçi Hamide'yi aramak genelde saçma değil mi? ya kapalı telefonu ya da meşgul. bilinmez. giz. bir zamanlar ben de öyleydim. şimdi tıkır tıkır işleyen bir iş hayatım ve mutlaka telefonda geri döndüğüm arkadaşlarım var. 
      İstediğin gibi olmuyor. bu şarkı da "hammudi"ye gelsin. çok güzel dans ederdik onunla. turuncu kafalı çocuğum benim. 
     Yazmak güzeldi. Okuyanları da bilmek istiyorum artık, kim okuyor, azsınız biliyorum, güzel yazamıyorum, pohpohlanmak istiyorum bu ara, Bağımlı kişilik bozukluğu. sürekli övgü isteyen, takdir, ilgi. açılırmış çiçek gibi. 
     

14 Nisan 2014 Pazartesi

TAZE SIKILMIŞ GREYFURT SUYU YA DA BAŞHARFSİZLER

"Önce Kpss'ye gireceğim, sonra Ali askerden dönünce evleniriz, o da borsa okudu zaten, işte banka bir şeyler, belki ben de ÖYP yaparım..."

Ortaokuldan kalma bir arkadaşımla oturuyoruz. Kafam karışık. Eçil'i aramak istedim. Uzun edebiyat sohbetleri ettiğimiz, dertlerimizin bu arkadaşımdan ne kadar uzak olduğunu anladığımız -anlamadığımız - Eçil'i. Çay koyu. Ağzımda acı bir tat bırakıyor. 

"Araba almak istiyorum, Ali'nin beğendiği bir model var, gelince bakacağız" 

Taze sıkılmış greyfurt suyu içtim bu sabah. Kahvaltı hazırlamıştı benim için Zgi, annesi ile de kahve içtik. Hazırlanmam gereken sınav için fotokopi çektirmiş. Dershane arşınlıyor hala. 

"Düğünüme gel kesin, artık bir altın takarsın bana, Ali gerçi ameliyet olacak, engelli kardeşini taşımaktan fıtık oldu cancağızım.." 

Sezen aksu yanarım diyor. Tutuşur yanarım. Ren. Mail atmış. Özlüyorum onu. Gezi'de uyuduğumuz çadırları. Polise bağırışım. Hadi lan ibne! "Sosyalistim ben, hem ibne hem de sosyalist" Kimse ibne olup hem de Ak olamaz! Katil onlar Ren. Kafam karışık. Yeni bir şehir. gidecek gitmeyecek eşyalar. kitaplarımı alsam mı? 
İçim o kadar kalabalık ki.

" Kalkalım mı?"

Şaşırıyor. 

"Senin aşk hayatın nasıl peki?"

İki sene önce aynı arkadaşıma bir erkeğe aşık olduğumu söylediğimi hatırladım bir an. O aşık olduğumun bir erkek olmasına değil, Diyarbakırlı olmasına şaşırmıştı. "Aşk hayatı?" Hesabı ödüyorum. Ünevver'le hesabı paylaşırdık. Genelde o öderdi. 

"Düzenli görüşüp seviştiğim biri var eğer aşk hayatımdan kastın buysa?" 

Basıyor kahkahayı. Espri yeteneğimden bir şey kaybetmemişim. Onu sormuyormuş. Duygusal olarak birinden bahsediyormuş. Duygusal? Ren? Düşünüyorum. 

"Bir ilişki yaşamadım hiç, kıskançlık krizlerini de yaşamayı layık görmedim kendimi bu yüzden" diye yazmıştım ona. Taze sıkılmış greyfurt suyunu sıkıp kahvaltı hazırlayacağım biri. Olmayacak. Ki.
Yemek yemeye götürüyorum arkadaşımı. Yolda Üleyman, Eki, Erim'i görüyorum uzaktan. Erim'i biraz stanilist solcu olsa da üçünü de çok severim. Öğretmenler üçü.  Bu küçük boktan şehirde sosyalizmi dert edinirler üçü. Hele Eki. Kırşehir'de hademenin şikayeti üzerine soruşturma yemiş uzak geçmişte. Esibe anlatmıştı. Arkalarından bakıyorum. Arkalarından gitsem ya arkadaşımı bırakıp. Ayıp olur. Ayıp olur mu? Daha müdür yardımcısı olan babasının yediği teraneleri anlatacak. Eki şapka vermişti bana. Taksaydım? O takmış. Yakışıyor ona. Üleyman ve Erim de gözlük. Üleyman'ı çekici bulurum aslında. Yemek verdiğim akşam o masadaki halini hatırladım. Gülüyorum. 

"Ne oldu? Sen bugün tuhafsın Tarık?"

Yan masada bir adam iki çocuğuna yemek yediriyor. Karşısında kadın. Adamla göz göze geliyoruz. Gözlerimizle "mutsuzuz lan" diyoruz sanki.

"Halen öğrenci usulü döner yiyoruz, geçen gün bir restorana gittik. Yemekleri o kadar..."

Adamla gözle sevişiyoruz resmen. Kızarıyorum. Ren'e benziyor. Bıyık bırakmış Ren. Çok ayıp bu yaptığım. Evli barklı adamlara...
Birkaç dakika sonra ikimiz de gülüyoruz bu yaptığımıza. 

"Kalkalım mı?"

Bu sefer teklif ondan gelince seviniyorum. Sahildeyiz şimdi de. Her yer Suriyeli dolu. Tiksinerek bakıyor. 

"Bu ülkeden kaçmak istiyorum, iyice yaşanmaz oldu,  Ayyip mahvetti ülkeyi, Amerika'ya gitmek istiyorum.." 

Gerçekten söylüyor bunu. Akup'a zilzurna aşık olduğum bir vakitte, yazın ortaokularkadaşlarıüzniversitedebuluşması yapmıştık. "Bu adamların o çok sevdiğiniz askerler tarafından köyleri basıldı, boşaltıldı, binbir türlü işkenceye uğradılar." cümlesini bayağı bozulduklarını hatırladım şimdi o kaçmak isterken. Arabasına uğurluyorum arkadaşımı. Babası bir süreliğine kullanması için vermiş. Eve bırakmayı teklif ediyor, yürümek istediğimi söyleyerek reddediyorum. Eve gelip kendimi defne sabunuyla yıkıyorum. Her yerime dokunduruyorum sabunu. Arınmak için. Küçükken annem defne sabunuyla yıkardı beni leğende. Annemi değil Ren'i özlüyorum. 

Durup Dururken

9 Nisan 2014 Çarşamba

TOM HANKS CEMİL

Tom Hanks'e benzetiyorum onu. İlk bakşta farkedilmiyor, biraz bakınca küçük yeşil, -aslında ela- elaya kaçan yeşil, sarımsı gözlerine anlıyorsunuz benzediğini. O bir mülteci- Önce sığınmacı, yarın mülteci. Benim kıt arapçamla onun kıt ingilizcesiyle anlaşmaya çalıştık önce. Diller üstü bir çaba. 
Aslında onu farketmeme neden olan; kimsenin önemsemeyeceği ama benim içimin kıyıldığı bir küçük diyalogtu. Yorgundum. Elimde çay, Kasım'ın ofisinde, hem Kasım'ı dikizleyip -rahatsız etmeden - hem de çocuklardan ağrıyan kafamı uyuşukluğa bırakmıştım. Kasım, bizim kamp başkanı olacak böcekle bir şeyler tartışırken, birden o girdi, oradakilere şeker ikram etti, bana da. Böcek yüzüne bakmadan "hayır" dedi. Böcek, kendisinin böcek olduğundan habersiz diğer insanlara böcek gibi davranmasıyla böcekleşmeyi hak etmişti zaten. Cemil gülümsemeye çalışarak, -önemsememeye - "bizi beğenmiyor, o yüzden almadı şekeri, tabii biz mülteciyiz.." gerisini getirmeyip çıktı ofisten.
Arapça kelimelerle öfke anlatılamazdı çünkü. Öfkenin dili -var mı bilmem- bu topraklarda anası ağlamışların diliydi. Arapça daha kredisini dolduramadı, bunun için bir otuz sene daha gerekti. Dışlanacaklar, savaş denen lanet üstlerine karabasan misali çökecekti otuz sene. İşte ondan sonra öfke bir dabbe haşmetiyle çıkar ortaya. 
Onun bu serzenişini kimse duymamış olacak ki bir şey demediler. Ya da hepsi arapça bilmesine rağmen, anlamamış gibi yaptılar. Diller üstü çabasızlık. Cemil gitti.
 "yalnızız bu kampta bu evrende bu arafta bizi dışlıyorlar bizi sevmiyorlar kızlarımızı satıyor, çocuklarımızı çalıştırıyorlar öldürüyoruz öldürülüyoruz yalnızız" 
Cemil Tom Hanks'e benziyor. Bıyığı kızıl-turuncu, sakalları kızıl- beyaz, ikisi de çok yakışıyor tom hanks yüzüne. Gözlüğü o güzelim gözlerini korumak için varlar sanki. 
Cemil'in yaşlı babasını tekerlekli sandalyeyle dolaştırmaya getiriyor her gün, bizim konteynır-ofis arasındaki geniş alana. Ofisin oradaki işçilerle sohbet ediyor. Tütün içiyor bazen, zıvananın içine tütünü doldurup "ne kadar yalnız" olduğunu bilircesine içine çekiyor tütünü. Az içtiğini söyledi ama. Kaçıyor benden, ya da ben öyle hissediyorumm. Tipik Tarık alınganlığı olabilir bu. diğerlerinin aksine şimdiye kadar çadırına kahve içmeye davet etmedi. 
Cemil Tom Hanks'e benziyor.
Ama onun bu yazıya konu olmasının sebebi; can acıtan yalnızlığı dışında, bakışları ve tütün içişi, Yakupû anımsatmasıydı.
Cemil Tom Hanks'e benziyor, ancak Yakup'u anımsatıyor bana. 
Onunla daha çok vakit geçirmek istiyorum sırf bu yüzden. Yakıcı bir ikiyüzlülük bu. Geçmişi geri getirme çabası. Aşk her zaman her yerde statü, sınıf, kimlik, etnisite, din tanımadan kendine bir neden arıyor demek ki. Bir neden. Kendini tazelemesine fırsat verecek bir neden arıyor aşk.

1 Nisan 2014 Salı

Merhaba

Tanrı biliyor, hiç güzel bir kadınla ay ışığı eşliğinde şarap içmedim. Günahmış. Öyle diyorlar.

Dionysos aşkına!

Şarap
Ve kadın.

"İkisi de sarhoş ediyor herhalde. O yüzden"
...derdin. Ya da demeni isterdim. Benim için bunu der misin la? Neyse..

Beşiktaş'ta denize yansıyan projektör ışığını ay ışığı zannedip duygusallaşabiliyorsan, sarhoşsundur.

Galiba sarhoşum. Şarap ve kadın. Çok içtim.

Boktan bir giriş.

Merhaba

Güle güle.

Merhaba

Dayanılmaz olmuştu, yazmam gerekti, ülkenin gündemi, gündelik ve iş hayatının çetrefilli labirentlerinde içimden çok konuşunca dedim yazayım bari. Sinan'ı aradım. Blog aç bana. pek anlamam bilgisayar işlerinden. bu blogu benle sinan kullanacağız. Öyle karar verdik. bütün sarsıntılarımızı yazmayı karar kıldık. Ne gerek vardı günlük de yazabilirdin hem sen zaten pek anlamazsın blog mlog işlerinden daha önce denemiştin olmamamıştı tutturamadın kaçtın buradan da kaçma birileri okumalı ama yazdıklarımı okumalı mı? niye ki? sen ne kadar okuyorsun ki? yazmak istedim sebebi bu! bıkmıştım etrafımı saran duvarlardan, ruhumda sürekli delik bırakan insanlardan, ailemden - bu konu daha sonra gelmedik biz o konuya hocam!- sinan var allahtan, tamam oğlum dedi uykulu. hep uykuluydu o. bir merhaba yazısı bu! kime? okuyucuya? ey sevgili okuyucu! ben buradayım...metnin başlangıcından anlamışsınızdır nasıl yazacağımı, bilinç akımını sevdim, onu kullanacağım haber ola, nerede yazacağım, her yerde, internet cafelerde - çünkü halen bilgisayarım yok - kampta - çünkü çalışıyorum mülteci kampında- o konu daha sonra - evde, bazen kağıda yazıp buraya aktaracağım, bazen de arkadaşlarımın bilgisayarlarını ödünç alıp yazacağım, bazen de yazmam belki, bırak dağınık kalsın,
bir şeylerde paylaşırım, entellektüel sohbetlerde ederiz efem, bu ara pek film izleyemesem de izlediklerimi aktarırım ufaktan, ya da aktarmam, sinema dergileri var, gidin oradan okuyun, konser, tiyaro,...
bazen tema seçip onun adına yazarım, misal yoksulluk, bazen sadece bir kişiye, mektup bazen, bazen öykü yazacağım buraya, gazete haberi, link, sinanı bilmiyorum, 
güzel başlangıç oldu mu bilmem, beğenmediklerimi silebiliyoruz umarım, sinana sormalıyım, yine uykudayken ararım onu beğenmediklerimi silerim,
bundan sonra tek gayem; yazmak, sevgili okur, ve tarık bundan sonra sadece bunun için yaşayacak,
beğenseniz de beğenmeseniz de,, çünkü dünyada çok fazla acı var ve benim intihar etme lüksüm yok!