29 Temmuz 2016 Cuma

Meleklerin Düş Yaşamı ya da Çocuk


                                                         bu yazı bütün samimiyetimle yazılmıştır.
Her hakkı satılıktır.
                                                       Aileme; 

Beşir'e kahve yapmamıştım. LGS'ye hazırlanmam gerekti. Mutfakta ders çalışırken tokat atmıştı. Ağlamadım. Kitaplarımı alıp yukarı eve çıktım. Problemleri hiç anlamıyordum. Dershaneye gidemezdim; ablam babamı emekli etmek için; uğraşıyordu. Aptal arapça şarkıları arasında problemleri çözüyordum. Ablam; son ay kalmış emekli yatırımı için babam ile konuşuyordu. Bir yandan bana bakarak; "söz ver baba emekli olunca Tarık'ı dershaneye götüreceğiz; artık eve harcayacaksın parayı olur mu?" demişti. Zeki bu çocuk. Okuyacak, göreceksin. 

İsmi Evren. Hornet'teki ismi ise Emre. Eve çağırdım. Eren kızmadı. Küçüktü. Çay yaptım ona. Üstelik çay yaparken abdurrahman'ın dediği gibi çayı koyduğumuz demliği ısıtmıyorum, çok demli olmasın diye. Çocuk ile konuştuk. Çorumlu. Memur. "Hayat böyle" dedi. Öpüştük. Eren görmedi. Uyuyordu. Sarıldık. Dudaktan öptü beni. Çok güzelsin dedi. Güldüm. Pencerenin yansımasından görüntümü gördüm. Çocuk yine sarıldı. 

O sene okul - aile birliği'nden kayıt parası almak için türlü yalanlar uydururken anladım ki babam emekli maaşını bize harcamayacaktı. Bunun bedelini Okul-Aile birlği'ne söylediğim yalanlar ödüyordu. Kazanmıştım. Dershaneyi de ücretsiz giderek hem de. Kavga etmeden önce; FEM; FETÖ olmadan önce. Kazanmıştım. OyakBank- Asker arası o güzel okulu. Servis yoktu ama olsun iyiydi. 

Çocuk yani Emre yani Evren çok güzel sevişiyordu benimle. Uzun uzun. bir tatil öğlesi gibi. Birayı serin serin yudumlar gibi. Dudaklarım sarhoş olmuştu. Kısık sesle konuşuyordum. "Nereden Öğrendin?" o ise kadınlardan dedi. Kadınlardan. Yere yığıldım. Omzumu açtı. Öptü. Adım adım. Sakin bir kavga. Trafikte kalmış gibi. Hiç bitmeyen otobüs durağı gibi. Gözleri çok güzeldi. Gülüyordum. 

Çiçane'ydi adı. Sanırım arapça karışımı bir kelime. Çingeneden türeme. Çok çocukları vardı Çiçane'nin. Hülya iyi taso oynardı. Kızkardeşim Leyla da. Leyla hepimizden iyi taso oynardı. Tasolarda bütün mahalleyi yutup sonra Hülya'ya verirdi. Çiçane'nin diğer kızına. Esra kızardı. Leyla'nın salaklığına. Ben de. Leyla acırdı onlara. Mahallede, futbol oynayınca beni kaleye koyardı, gol yerdim; Hülya'yı ise forvet'e. Severdi ondan Leyla'yı; Çiçane'nin çocuklarını. Biz Leyla'ya kızardık. 

Arkama geçirdim. Aletini tuttum çocuğun. Tam sokacak iken; "bir dakika; yüzünü görmek istiyorum" dedi. Nasıl? Öyle olmaz ki. Olsun dedi. Döndüm yüzümü. Elini yumuşattı. İçime soktu. Güldüm. Diğer eli ile vücudumu okşuyordu. Sonra; hazır mısın dedi? İçime girdi. Gözlerini kapama. Sarıldım. Hırıltı çıkardım. Omzuma dudakları ile gezdirdi. Seni seveceğim dedi. 

Annem; Çiçane'ye yemek artıkları gönderirdi. Zaten kendisi güzel yapmazdı. Kimse gitmek istemezdi. Leyla; taso ile borcunu ödüyordu zaten. İş bana kalıyordu. Evleri leş kokardı. Yağmur yağardı, dam akıtırdı. Soğuktu. İçeride bir sürü çocuk vardı. Götürdüğüm yemeklere sevinirlerdi. Bizim zorla yediğimiz. Babam kızardı Anneme. Mahalle kızardı Anneme. Annem Çiçane'ye acırdı. Bense o eve gitmek istemezdim. Deli Orhan bizi döverdi. Korkardım. 

Çocuk; yani Emre Yani evren; Çay içti; şeker kattı. Espri bile yaptık. Belime sarıldı. Testeron etkisi gitmemiş herhalde dedim. Anlamadı. Giderken yarın ararım seni dedi. Mutlu oldum. İlk defa severek yaptım dedi. Güldü. Yanağıma bir öpücük kondurdu giderken. Umut; dedim, hayat ne güzel, umut ile. Çay sıcaktı hala. Coldplay açtım kendime. Güzel uyudum. 

Murat'ı severdi Çiçane. Demirçelik'te çay satıp aldığı bahşişlerle - ki çaycılar nasıl bahşiş alıyordu bilinmiyordu - Çiçane'ye yemek götürürdü. Acırdı onlara Murat. Çiçane'ye kızmazdı. Eşi Şeyhmus'a kızardı. Murat; güzel abiydi o zamanlar. Azmimi görüyor bana Demirçelik'teki memur hayatını anlatırdı. Severdi beni. Hülya ve Azize ile oynamamıza da kızmazdı. 

"Akademisyen ışığı görmüyorum sen de" dedi; ülkede bilim kalmış gibi. Suratına Bir Düğün Gecesi fırlatmak istedim. Bunu söyleyen kadın; Ölüm oruçları zamanında öğrenciydi muhtemel. Şimdi ben de ışık görmüyormuş, ağladım. Abdurrahman işsizmiş işsiz olmasına rağmen çabalarını takdir ediyormuş onun. Doktoraya kesin alırmış onu. Beni bir düşünürmüş. Arkada Nazım Hikmet bize bakıyordu. Ben olmamışım daha. Yetişmem gerekmiş. 

Çiçane'nin evi yıkılınca gitti mahalleden. Onlar yok iken biz kaldık en fakir. Leyla büyüdü, oynamasına izin verilmedi. Ben de ders çalışıyordum zaten. Beşir, Şükrü ve Murat'ın bakkallarına bakıyordum sessiz. Ablam sakatın evinden ayrıldı. Dayak yedi. Bize yerleşti. Sevinmedik. 

Türk Kanser Polikliniği önünde ağladım. Kolejde. Eve varamadan tutamadım kendimi. Abdurrahman'ı aradım. Sesi artık anlamını kaybetmişti. Anlattım. Takma dedi sadece. Takma. Herkes akademisyen olamaz ki; demedi. Buna benzer bir şey dedi. Eve geldiğimde; çocuk ile yani emre ile yani evren ile seviştiğim yere yığıldım. Sinir krizi geçirdim. babamın yuvarladığı çığın altında kaldım dedi Nilgün Marmara. 

TRT-2 vardı o zamanlar; bunlar daha kavga etmemişti; güzel filmler yayınlardı TRT- 2 - Dünya kuşağı vardı, ah güzel dünya - Beşir kızardı bize. Soğuk filmleri izliyoruz diye. Ama Murat ile ben her Cuma akşamı Dünya Kuşağı yapardık. Gazoz getirirdi. Before the rain'i ilk orada izlemiştim. Requiem for the dream; daha bir çok dünya filmleri, takeshi kitano, japon filmleri;
Sonra bir gün Meleklerin Düş Yaşamı diye fransız bir filmi; iki kadın; özgür; biri yaşam dolu, diğeri seviştiği adam kendisini terk ediyor diye 29unda intihar ediyor; Müziği de (aşağıda) çok güzeldi. 

Murat 29 yaşındaydı. İntihar etmedi. Kendisinin bile anlamdıramadığı bir tarikata üye oldu ya da kendi dediği gibi sadece gidip geliyor; 

Ben de 29 olacağım. Nilgün Marmara ve Zafer Ekin Karabay da 29'unda öldü. 

Sadece bir tutam sevgi dilenmiştim. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder